1996
Hamidullah ailesinin en büyük korkusu gerçek oluyordu. PAH nedeniyle 1993'te kaybettikleri oğulları Şamil'in ardından, 30 Aralık 1995'te diğer oğulları Kamil'de de aynı belirtiler ortaya çıktı. İşe giderken öksürükle birlikte tükürüğünde kan gelmesi, ailenin yüreğine ikinci kez ateş düşürdü. Şamil'in hastalık sürecini yaşamış olan aile için bu belirtilerin anlamı çok açıktı.
Şamil’den bu yana primer pulmoner hipertansiyon (PPH) alanında pek bir şey değişmemişti. 4 Ocak'ta resmi olarak PPH tanısı aldıktan sonra doktor arayışları başladı. Doktorların, 'Siz süreci bizden daha iyi biliyorsunuz,' diyerek gösterdiği ilgisizlik karşısında aileye, beklenmedik bir yerden yardım eli uzandı. Kamil'in patronu, zor ve karmaşık vakalarla ilgilenmekten hoşlanan, meraklı ve yetenekli doktor kuzeninden bahsederek, "Biz ailece sağlığımızı ona emanet ederiz," diyerek önerdi. Dr. Lale Tokgözoğlu'ndan alınan randevu, ailenin hayatını değiştirecekti.
O yıllarda dünyada milyonda bir görülen PAH'ın, aynı ailede iki kardeşte görülme olasılığı yüz milyonda altı gibi çok daha nadir bir durumdu. 1995 yılında 55 milyon olan ülke nüfusunda, bu oran yaklaşık 4 kişiye denk geliyordu.
Kamil'in hastalık yolculuğunda umut verici bir dönüm noktası yaşandı. Dr. Tokgözoğlu'nun titiz incelemeleri sonucu PAH tanısı kesinleşti ve doktor, yeni geliştirilen Epoprostenol Sodyum tedavisin bahsederek aileye yeni bir umut ışığı yaktı.
1996 yılının Ocak ayında, mevcut tedavilerin yetersiz kalması üzerine Dr. Tokgözoğlu, tıp dünyasında ses getiren yenilikçi tedavi protokolüne yöneldi. Bu arayış onu, PAH tedavisinde öncü isimlerden Dr. Lewis J. Rubin ile iş birliğine yönlendirdi.
Dr. Tokgözoğlu, PAH tedavisinde dünya çapında tanınan Dr. Lewis J. Rubin ile bağlantıya geçti. Tedavinin başlaması için Kamil’in önce Amerika’da detaylı bir sağlık taramasından geçirilmesi gerekiyordu. Eğer tedavi için uygun bir aday olduğu belirlenirse, tedavi sürecine başlanabilecekti. Ancak bu tedaviye başlanabilmesi için iki önemli engel aşılmalıydı. Birincisi, yarım ömrü dakikalarla sınırlı olan tedavinin kesintisiz bir şekilde sürdürülmesi hayati önem taşıyordu. Çünkü tedaviye ara verildiğinde, "rebound etkisi" devreye giriyor ve hastanın durumu hızla kötüleşip hayati risk oluşturuyordu. İlaçlarla düşürülen akciğer basıncı, tedavi kesildiğinde hızla eski seviyesine dönüyor; ancak kalp ve akciğer, düşük basınca uyum sağladıktan sonra yeniden artan yüksek basınca karşı koyamayacak duruma geliyordu. İkincisi, tedavi oldukça yüksek bir maliyet gerektiriyordu. Bu nedenle tedavi sürecine geçmeden önce sosyal güvenlik kurumundan gerekli onayların alınması ve yurtdışı tedavi sürecinin resmi prosedürlere uygun şekilde başlatılması şarttı.
Hamidullah ailesinin özverili çalışmalarıyla başlayan Pulmoner Hipertansiyon Dayanışma Grubu'nun hikâyesi, ailenin oğlu Kamil'in PAH tanısı alması ve Dr. Tokgözoğlu'nun sunduğu umut verici tedavi seçeneğiyle yeni bir heyecan kazandı. Dr. Tokgözoğlu, aileye vizyoner bir öneri sunarak, gayri resmi dayanışma grubunu kurumsal bir yapıya dönüştürmelerini tavsiye etti. Bu yapı, hastaların haklarını daha güçlü bir şekilde savunabilecek, yurt dışındaki tedavi olanakları ve gelecekte çıkacak yeni tedavilere erişim için etkili bir mücadele yürütebilecekti.
Bu gelişmeler, Kamil'i Türkiye'nin ilk pulmoner hipertansiyon hasta derneğini kurma fikrine yöneltti. Hamidullah ailesi, bu girişime önemli bir şartla destek vermeye karar verdi: Dernek, tüm PAH hastalarının ortak sesi olmalı ve yönetimde diğer hasta ve yakınları da aktif rol almalı ve sorumluluğu paylaşmalıydı. Bu yaklaşım, farklı deneyimlerin paylaşılmasını ve daha güçlü bir temsil oluşturulmasını sağlayacaktı.
Kamil, Türk toplumunun tarihten gelen güçlü dayanışma geleneğinden cesaret aldı. Kendi ailesiyle birlikte PAH'a karşı verdiği mücadelede edindiği deneyimler, ona umut vermişti. Diğer hasta ve yakınlarının da bilinçlendirilirse, desteklenirse ve doğru yönlendirilirse bu mücadeleye katılacaklarına inanıyordu. Tıpkı kendi ailesi gibi, onların da hastalığın zorluklarına karşı birlikte mücadele edebileceklerini, haklarını savunabileceklerini ve birbirlerine destek olabileceklerini düşünüyordu. Bu inançla, PAH topluluğunu harekete geçirmek için kolları sıvadı.
PAH, nadir görülen bir hastalık olduğundan, bu durumdan muzdarip hasta sayısı oldukça sınırlıydı. Bu nedenle, hastaların birlik olması çok daha büyük bir önem taşıyordu. Ancak hasta ve yakınları, sayılarının azlığına rağmen birlikte hareket etmenin getireceği gücü göremiyorlardı.
Dernekleşme çabalarına karşı gösterilen direnç, farklı şekillerde ortaya çıkıyordu. Bazıları "Siz çok güzel yapıyorsunuz, devam edin" diyerek sorumluluk almaktan kaçınıyor, çözümü dışarıdan gelecek bir kurtarıcıdan bekliyordu. Oysa bu kadar az sayıda hastayı ilgilendiren bir konuda, değişimi ancak hastaların ve yakınlarının kendileri gerçekleştirebilirdi.
Hastaların dernekleşmeye katılmama gerekçeleri ise çeşitliydi:
Oysa İslam inancındaki tevekkül kavramı yanlış yorumlanıyordu. Tevekkül, pasif bir bekleyiş değil, insanın elinden gelen tüm çabayı gösterdikten sonra sonucu Allah'a bırakması anlamına geliyordu. Kur'an'da da belirtildiği gibi, "Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et" (Âl-i İmrân, 159) ayeti, önce çaba göstermenin önemini vurguluyordu.
Bu yanlış kaderci yaklaşım, hastaların modern tıbbın sunduğu imkanlardan yararlanma ve hakları için mücadele etme gerekliliğini görmelerini engelliyordu. "Çekilen acıların karşılığında cennette ödüllendirilme" düşüncesi, dünyevi mücadeleyi ikinci plana itiyordu. Sonuçta hastalar, aktif bir mücadele yerine pasif bir bekleyişi tercih ediyordu.
Aslında temel mesele eşit sağlık hakkıydı: Amerika'daki Tony ya da Almanya'daki Hans hangi tedavi seçeneklerine sahipse, Türkiye'deki Hasan'ın da aynı imkanlara erişebilmesi gerekiyordu. Bu hakkı elde etmek için kaderci yaklaşımı bir kenara bırakıp, organize olmak ve aktif mücadele etmek şarttı.
Dernekleşme Çabalarında Yüz Yüze Toplantıların Rolü ve Avantajları
Dernekleşme sürecinde, özellikle sağlık gibi hassas konularda yüz yüze toplantıların çok önemli avantajlar sunduğu görülmüştür:
1. Duygusal Bağ ve Empati:
2. Kapsamlı İletişim:
3. Etkileşim ve Katılım:
4. Motivasyon ve Dayanışma:
5. Pratik Destek ve Bilgi Paylaşımı:
6. Güven ve İlişkiler:
7.Hızlı Çözüm:
8. Odaklanma:
9. Kurumsal Mücadele Gücü:
10. Sosyal ve Psikolojik İyileşme:
11. Sürdürülebilir İlişkiler:
PAH hastalarını kurumsal bir çatı altında birleştirme çabaları başlangıçta istenen sonucu vermedi. Bu hedef ancak 2008 yılında, yani 17 yıl sonra gerçekleşebilecekti.
Aile, Kamil'in ağabeyi Şamil'i bu hastalık yüzünden kaybetmişti. Bu acı kayıp, başta anne-baba Mahire ve Seyid Hamidullah olmak üzere, tüm aileyi derinden sarstı ve hastalığın ne kadar ciddi olduğunu acı bir şekilde öğrenmelerine neden oldu. Yaşadıkları bu büyük acı, Hamidullah ailesini PAH ile mücadelede daha da kararlı hale getirdi.
Belki de ulaştıkları diğer hasta ve yakınları, hastalığın ciddiyetini henüz tam olarak kavrayamamıştı. Birlikte mücadele ederek yeni tedavi yöntemlerine ulaşabileceklerine de inanmamışlardı. Bu farkındalık eksikliği nedeniyle, Hamidullah ailesinin kurumsal örgütlenme çabaları diğer ailelerden yeterli karşılık bulamadı. Bu nedenle Kamil’in hastaları bir dernek çatısı altında toplama çabaları, diğer ailelerden beklenen desteği göremedi.
PAH hastalarının dernekleşmeye ilgisizliği aşılamayınca, ilk girişim başarısız oldu. Fakat bu başarısızlık Hamidullah ailesini durduramadı. 1994 ekonomik krizinin ardından Sosyal Sigortalar Kurumu'nun (SSK) yurtdışı tedavilerini durdurması, yeni bir mücadele dönemini başlattı. Hamidullah ailesi bu kez, FDA tarafından yeni onaylanan epoprostenol tedavisine Türkiye'deki hastaların erişimini sağlamak için harekete geçti.
Yazan: Kamil Hamidullah
Oluşturma Tarihi: Kamil Hamidullah / EKİM 2018
Önceki güncelleme: Kamil Hamidullah / KASIM 2024
Son güncelleme: Kamil Hamidullah / OCAK 2025
#PulmonerHipertansiyon #PAHSSc #PulmonaryHypertension #NadirHastalık #RareDisease