Eski çağlardan beri insanlar, hastalıkların nedenlerini anlamaya, bunları önleme ve tedavi etme yöntemleri geliştirmeye çalışmışlardır. Bu süreçte iki önemli teori ortaya çıkmıştır: Miasma Teorisi, kirli havaların hastalıklara neden olduğunu savunan görüş ve Mikrop Teorisi, mikroorganizmaların hastalık etkeni olduğunu öne süren teori.
Miasma (Terrain) Teorisi
Miasma teorisi, hastalıkların "kötü hava" veya "kirli hava"dan kaynaklandığını savunuyordu. Bu teori, Antik Yunanca'da "kirlilik" veya "pislik" anlamına gelen "μίασμα" (míasma) kelimesinden türemiştir. Antik Yunan'da, çürüyen organik maddelerden yayılan kötü kokulu havanın hastalıklara yol açtığı düşünülürdü. Özellikle veba ve kolera gibi salgın hastalıkların, bataklıklar gibi nemli ve çürüyen bölgelerden yayılan "miasma" ile ilişkili olduğu kabul edilirdi. Zamanla birçok batıl inançla birlikte gelişti. Öyle ki, bir kişinin yemek kokusunu soluyarak obez olabileceği gibi iddialar ortaya atıldı. Önde gelen sıhhi reformculardan Londralı Edwin Chadwick (1800-1890), "tüm kokuların hastalık olduğunu" ileri sürdü ve artan kentsel ölüm oranlarıyla mücadele etmek için sıhhi sistemlerin yapısında köklü bir değişikliğe ihtiyaç olduğunu savundu.
Miasma teorisi, MÖ 4. yüzyılda Hipokrat (M.Ö. 460-370) tarafından ortaya atıldı ve hem Avrupa'da hem de Çin'de yüzyıllar boyunca kabul gördü. Hatta M.S. 2. yüzyılda yaşamış ünlü hekim Galen (M.S. 129-216) de bu teoriyi savunarak hastalıkların "ateş tohumları" veya "veba tohumları" gibi havada bulunan etkenlerle yayıldığını öne sürdü. Galen'in otoritesi o kadar güçlüydü ki, yaklaşık 1500 yıl boyunca onun görüşlerine kimse karşı çıkamadı. Bu dönemde "Ipse dixit" (Üstat öyle dedi) anlayışı hakimdi ve Galen'in sözleri neredeyse ilahi bir söz gibi tartışılmaz kabul ediliyordu.
Ancak hastalıkların nedenlerine dair düşünceler çok daha eskilere, Vedalar dönemine kadar uzanır. Vedalar, Hindistan'ın en eski kutsal metinleridir ve M.Ö. 1500-500 yılları arasında yazıya geçirilmiştir. Atharva Veda adlı metinde, hastalıkların nedenleri arasında yatudhānya, kimīdi, krimi ve durṇama gibi kötü ruhlar veya mikroskobik canlılar sayılmıştır. Bu metinlerde, hastalıkların "görünmez varlıklar" tarafından yayıldığı fikri işlenmiş ve bu varlıklarla mücadele etmek için çeşitli ilaçlar ve ritüeller önerilmiştir. Bu, mikrop teorisinin ilkel bir versiyonu olarak kabul edilebilir.
Zamanla ilerleyen bilim ve yeni keşiflerle, 11. yüzyılda Hekimler Prensi İbn-i Sina (980-1037), El-Kanun fi't-Tıb (Tıbbın Kanunu) adlı eserinde Galen’i sorgulamaya başlayarak hem miasma hem de mikrop teorilerini harmanlayan bir hibrit yaklaşım öne sürdü. İbn-i Sina, hastalıkların su ve toprak gibi çevresel faktörlerle yayılabileceğini, aynı zamanda insanlar arasında nefes yoluyla da bulaşabileceğini belirtti. Özellikle veremin bulaşıcı olduğunu vurguladı ve hijyenin önemine dikkat çekti. Onun bu çalışmaları, mikrop teorisinin temellerini atan önemli adımlardan biri oldu.
Mikrop (Germ) Teorisi
16. yüzyılda Girolamo Fracastoro (1478-1553), hastalıkların bulaşıcı olduğunu ve gözle görülemeyen küçük organizmalar tarafından yayıldığını öne sürdü.
17. yüzyılda ise Anton van Leeuwenhoek (1632-1723), kendi tasarımı ve üretimi olan tek mercekli mikroskoplarını kullanarak, mikroorganizmaları ilk kez gözlemleyen ve onlarla deneyler yapan, dahası Fracastoro’yu doğrulayan kişi oldu. Bu mikroorganizmalara başlangıçta "dierkens", "diertgens" veya "diertjes" gibi isimler verdi. Daha sonra Latince "küçük hayvancık" anlamına gelen "animalcule" terimini kullanmaya başladı.
19.yüzyıla gelindiğinde, John Snow (1813-1858) adlı bir İngiliz hekim, 1854'te Londra'da yaşanan kolera salgını sırasında hastalığın kirli suyla yayıldığını kanıtladı. Snow'un çalışmaları, miasma teorisini ciddi şekilde sorguladı. Aynı yıllarda İtalyan bilim insanı Filippo Pacini (1812-1883), kolera basilini keşfetti, ancak bu keşif miasma teorisinin hâkim olduğu bir dönemde göz ardı edildi. Nihayet 1876'da Robert Koch (1843-1910), şarbon hastalığına neden olan bakteriyi keşfederek mikrop teorisini (germ teorisi) kesin olarak kanıtladı. Bu keşif, miasma teorisinin sonunu getirdi ve hastalıkların gerçek nedeninin mikroplar olduğu anlaşıldı.
Miasma teorisi, tarihsel olarak terk edilmiş olsa da, insanlığa önemli bir miras bıraktı: Temizlik ve hijyen. Kötü kokuların hastalıklara neden olduğu inancı, şehirlerin temizlenmesi, kanalizasyon sistemlerinin geliştirilmesi ve hastanelerin iyi havalandırılan yerlerde inşa edilmesi gibi önemli adımlar atılmasını sağladı. Bu sayede, modern hijyen standartlarının temelleri atıldı.
Peki günümüzde hava kirliliği, kimyasal maruziyet ve iklim değişikliği gibi çevresel faktörlerin astım, KOAH, kanser ve otoimmün gibi hastalıkları tetiklediği bilimsel olarak kanıtlanmışken, acaba yaklaşık 1500 yıl hüküm süren Galen, 'Ben dememiş miydim!' diyerek tahtına geri mi dönüyor?
Yazan: Kamil Hamidullah / KASIM 2019
Önceki güncelleme: NİSAN 2024
Son güncelleme: Kamil Hamidullah / ŞUBAT 2025
#Skleroderma #PAHSSc #Scleroderma #NadirHastalık #RareDisease