Tıp Tarihinde Bir Deha ve Siyahi Olduğu İçin Gölgede Bırakılan Kahraman
Vivien Theodore Thomas (1910-1985), tıp tarihinde devrim yaratan bir isim olmasına rağmen, uzun yıllar boyunca hak ettiği takdiri görememiştir. Babasının yanında marangoz olarak yetişen Thomas'ın hayali, her zaman doktor olmaktı. Özellikle "Blalock-Thomas-Taussig Şantı" olarak bilinen ve "mavi bebek sendromu" olarak adlandırılan Fallot Tetralojisi gibi doğuştan kalp hastalıklarının tedavisinde kullanılan cerrahi yöntemin geliştirilmesindeki kritik rolü, onu modern kalp cerrahisinin öncülerinden biri yapmıştır.
Thomas, Blalock operasyonu da dahil olmak üzere birçok cerrahi yöntemi geliştirmiştir. Ancak, Thomas'ın bu başarısı, dönemin ırkçı ve sınıfsal önyargıları nedeniyle uzun yıllar boyunca gölgede kalmış ve çalışmaları yeterince tanınmamıştır. Yine de, Thomas'ın cerrahi teknikleri ve laboratuvar çalışmaları, birçok cerrahın kariyerinde önemli bir rol oynamış ve tıp dünyasında büyük bir etki bırakmıştır.
Alfred Blalock (1899-1964), 1922 yılında Johns Hopkins Tıp Okulu'ndan ortalama bir dereceyle mezun olduktan sonra, cerrahi alanda uzmanlaşmak istedi. Ancak, not ortalaması bu isteğini gerçekleştirmesine yetmedi. Bu nedenle, Vanderbilt Üniversitesi'nde Cerrahi Şefi Barney Brooks'un yanında ihtisasını tamamlamak için çalışmalara başladı. Vanderbilt yıllarında Blalock, zamanının çoğunu zorlu fakat heyecan verici bulduğu cerrahi araştırma laboratuvarında geçirdi. Vanderbilt'teyken, Blalock ilgilenmeye başladı ve hemorajik ve travmatik şokun doğasını ve tedavisini incelemeye başladı.
Vanderbilt Yılları ve Araştırmaları
1930 yılında Alfred Blalock, Vanderbilt Üniversitesi'nde çalışırken artan sorumlulukları nedeniyle laboratuvardaki deneyleri bizzat yürütmekte zorlanıyordu. Bu yüzden, güvenebileceği bir laboratuvar asistanı aramaya başladı.
Aynı dönemde Vivien Thomas, doktor olmayı hayal ediyordu. Ancak 1929’daki Büyük Buhran, ekonomik koşullarını zorlaştırdı ve üniversiteye devam etme planlarını suya düşürdü. Geçimini sağlamak için marangoz olarak çalışmaya başladı. Çocukluk arkadaşı Charles Manlove’un yardımıyla, Şubat 1930'da Vanderbilt Üniversitesi'nde Dr. Alfred Blalock’un yanında cerrahi araştırma asistanı olarak bir iş buldu.
İlk gününden itibaren olağanüstü bir yetenek sergileyen Thomas, Blalock’un köpekler üzerinde yaptığı cerrahi deneylerde asistanlık yapmaya başladı. Kısa sürede anestezi uygulamalarını, deneylerin hazırlanmasını ve cerrahi teknikleri ustalıkla öğrendi. Ancak büyük bir sorun vardı: Siyahi olduğu için yaptığı işin önemi ne unvanına ne de maaşına yansıyordu. Resmi kayıtlarda sadece bir "hademe" olarak geçiyor, ancak gerçekte bir doktora sonrası araştırmacının görevlerini üstleniyordu. Bu durum, dönemin ırkçı ve sınıfsal önyargılarının bir yansımasıydı. Thomas, Blalock'un araştırmaları için cerrahi prosedürlerin uygulanmasını, deneylerin gerçekleştirilmesini ve verilerin kaydedilmesini hızla öğrendi. Yıllar içinde, Blalock'un en güvendiği kişi haline geldi ve laboratuvardaki deneylerin çoğunu tek başına yürütmeye başladı. Böylece, tıp tarihinde çığır açacak bir iş birliğinin temelleri atılmış oldu.
Blalock ve Thomas, birlikte çalıştıkları yıllarda birçok yenilikçi tıbbi teknik geliştirdiler. Bunlardan biri, adrenal transplantasyon adı verilen bir yöntemdi. Adrenal transplantasyon, böbrek üstü bezlerinin (adrenal bezler) bir canlıdan alınıp başka bir canlıya nakledilmesi işlemidir. Bu bezler, vücudun stresle başa çıkmasını sağlayan hormonlar üretir. Blalock ve Thomas, bu tekniği geliştirerek, adrenal bezlerin işlevlerini ve vücuttaki etkilerini daha iyi anlamaya çalıştılar. Bu çalışma, endokrin sistem ve hormonal düzenleme üzerine yapılan araştırmalara önemli katkılar sağladı.
İkili, Goldblatt hipertansiyonu üzerine de önemli çalışmalar yaptı. Goldblatt hipertansiyonu, böbrek damarlarının daralması sonucu ortaya çıkan yüksek tansiyon durumudur. Bu durum, ilk kez Dr. Harry Goldblatt tarafından tanımlandığı için onun adıyla anılır. Blalock ve Thomas, böbreğin sinir kaynağını çıkararak bu durumun nasıl etkilendiğini inceledi. Ayrıca, böbreğin boyuna nakli gibi deneysel bir teknik geliştirdi. Bu teknik, böbreğin vücutta farklı bir pozisyona taşınmasını içeriyordu ve hipertansiyon gibi durumların tedavisinde yeni bir yaklaşım sunuyordu. Ayrıca Blalock ve Thomas'ın bu çalışmaları, organ ve doku nakli cerrahisinde kullanılan tekniklerin geliştirilmesine de katkıda bulundu.
Alfred Blalock ve Vivien Thomas, 1930'larda şok ve kalp debisi (kalbin bir dakikada pompaladığı kan miktarı) üzerine çığır açan çalışmalar yaptı. Şok, özellikle kan kaybı (hemorajik şok) veya yaralanma (travma) sonrası dolaşım sisteminin yetersiz kalması nedeniyle organlara yeterli kan ve oksijen gitmemesiyle ortaya çıkan hayati bir durumdur. Bu durum, tedavi edilmezse ölümcül sonuçlara yol açabilir.
Blalock ve Thomas, şokun nedenlerini ve tedavi yöntemlerini araştırarak, o dönemde yaygın olan teorileri çürüttü. Geleneksel görüş, şokun kandaki toksinlerden kaynaklandığını savunuyordu. Ancak, ikilinin yaptığı deneyler, şokun asıl nedeninin damar yatağının dışına sıvı sızması ve dolaşımdaki sıvı kaybı olduğunu ortaya koydu. Blalock, bu bulgulara dayanarak, şokun sıvı replasmanı (kaybedilen sıvının yerine konması) ile tedavi edilebileceğini öne sürdü. Bu teori, deneysel olarak kanıtlandı ve 1930'ların ortalarında tıp dünyasında büyük bir yankı uyandırdı. Bu buluş, modern şok tedavisinin temelini attı.
Blalock ve Thomas'ın şok üzerine yaptığı çalışmalar, daha sonra ezilme (crush) sendromu üzerine yapılan araştırmalara dönüştü. Ezilme sendromu, özellikle savaş alanlarında veya deprem gibi afetlerde uzuvların uzun süre baskı altında kalması sonucu ortaya çıkan ciddi bir durumdur. Kas dokusunun hasar görmesi ve toksinlerin kana karışması, şok ve böbrek yetmezliği gibi hayati riskler yaratır.
Blalock ve Thomas'ın bulguları, II. Dünya Savaşı sırasında binlerce askerin hayatını kurtardı. Savaş alanlarında yaralanan askerlerde, şok ve ezilme sendromu tedavisi için sıvı replasmanı gibi yöntemler kullanıldı. Bu tedaviler, askerlerin hayatta kalma şansını büyük ölçüde artırdı.
Blalock ve Thomas’ın işbirliği 1937 yılında önemli bir sınavdan geçti. Blalock, cerrahi alandaki başarısıyla tanınmıştı ve bu durum ona büyük bir fırsat sundu. Detroit'teki Henry Ford Hastanesi, Blalock'a cerrahi bölüm başkanlığı teklif etti. Bu pozisyon, ona bağımsız çalışabilme, kendi ekibini kurma ve araştırmalarını genişletme fırsatı sunuyordu. Ancak hastanenin katı kuralları, siyahilerin istihdam edilmesine izin vermiyordu.
Blalock, meslektaşından vazgeçmeyi reddetti. Thomas’ı yanında götüremeyeceğini öğrendiğinde, hastanenin sunduğu prestijli pozisyonu geri çevirdi. Böylece, ikili Vanderbilt Üniversitesi’ndeki araştırmalarına devam ederek tıp dünyasına birlikte yön vermeye devam etti.
Pulmoner Hipertansiyon Deneyi ve Mavi Bebek Sendromuna Giden Yol
1938 yılında, Alfred Blalock ve Vivien Thomas, Vanderbilt Üniversitesi'nde önemli bir deney gerçekleştirdi. Bu deneyde, sol subklavyen arter (sol kola kan taşıyan arter) ile sol pulmoner arter (akciğere kan taşıyan arter) arasında bir bağlantı kurmayı denediler. Amaçları, sistemik dolaşımdan (subklavyen arter) pulmoner dolaşıma (pulmoner arter) bir bağlantı oluşturarak akciğerlere kan akışını artırmak ve pulmoner hipertansiyon modeli oluşturmaktı.
Ancak deney, beklenen sonucu vermedi. Blalock ve Thomas, aradıkları pulmoner hipertansiyon modelini elde edemedi. Buna rağmen, bu prosedür arteriyel kanın akciğerlere yeniden yönlendirilmesini sağladı. Bu başarısızlık, ilginç bir şekilde, ileride mavi bebek sendromu (Fallot Tetralojisi) gibi doğuştan kalp kusurlarının tedavisinde kullanılacak bir çözümü olan Blalock-Thomas-Taussig şantının temelini oluşturdu.
Aynı dönemde, Blalock ve Thomas, damar ve kalp cerrahisi üzerine deneysel çalışmalara başladı. O zamanlar kalbe cerrahi müdahale yapmak, tıp dünyasında büyük bir tabuydu. Ancak ikili, bu tabulara meydan okuyarak, Johns Hopkins'te gerçekleştirecekleri devrim niteliğindeki ameliyatların temellerini attı. Vivien Thomas, Blalock ile birlikte Vanderbilt'te 11 yıl geçirdikten sonra Johns Hopkins'e taşındı ve burada tıp tarihine damga vuracak çalışmalarına devam etti.
Blalock ve Thomas, yıllar boyunca birlikte önemli başarılara imza attı. Ancak, Blalock'un Thomas'ın emeğini yeterince takdir etmemesi ve onun katkılarını sahiplenmesi, Thomas'ın gölgede kalmasına ve uzun yıllar boyunca hak ettiği değeri bulamamasına neden oldu.
Johns Hopkins Yılları ve Araştırmaları
1940'a gelindiğinde, Blalock'un Thomas ile yaptığı çalışma, Blalock'u Amerikan cerrahisinin ön saflarına yerleştirdi.
1941 yılında Blalock, Johns Hopkins Hastanesi’ne cerrahi şefi, profesör ve tıp fakültesi cerrahi bölümü başkanı olarak geri dönmesi için davet edildi. Blalock, çalışmalarının büyük bir kısmını Vivien Thomas’ın yetenekleri ve becerileri sayesinde başarıya ulaştırdığını bildiği için, onun da kendisiyle birlikte gelmesini istedi. Thomas, ailesiyle birlikte Baltimore, Maryland'a taşındı. Ancak burada, Nashville, Tennessee'ye kıyasla daha büyük bir konut sıkıntısı ve yoğun bir ırkçılıkla karşılaştı. Baltimore'daki diğer yerler gibi, Johns Hopkins Hastanesi de katı ayrımcılığa maruz kalıyordu ve hastanede çalışan Siyahlar yalnızca hademelerdi.
1943 yılında, çocuk hastalıkları uzmanı Profesör Edwards A. Park (1877-1969), aort koarktasyonu adı verilen ciddi bir damar sorunu yaşayan çocuklar için cerrahi bir çözüm bulunması amacıyla Dr. Alfred Blalock'a başvurdu. Aort koarktasyonu (ana atardamar daralması), vücuda kan taşıyan ana damar olan aortun daralması veya tıkanması durumudur. Bu durum, kanın vücuda yeterince ulaşmasını engelliyor ve özellikle kalp, beyin ve diğer hayati organlarda ciddi sağlık sorunlarına yol açıyordu.
Blalock ve Vivien Thomas, laboratuvar ortamında aort koarktasyonunu tedavi etmek amacıyla bir dizi deneysel çalışma başlattı. Amaçları, daralmış bölgeyi bypass ederek kan akışını yeniden sağlamak ve vücudun yeterince oksijen almasını sağlamaktı. Geliştirdikleri şant (kanı farklı bir yoldan geçirme) yöntemi, sol subklavyen arterin (kola giden ana atardamar) aortun daralmış kısmının ilerisine (distal; merkezinden uzak bölgesine) bağlanmasını içeriyordu. Böylece kan, daralmış bölgeyi atlayarak dolaşıma devam edebilecekti. Ancak ameliyat sırasında aortun sıkıştırılması (kelepçelenmesi), omuriliğe giden kan akışını azalttı ve bazı deney hayvanlarının belden aşağısında felce yol açtı. Bu nedenle yöntem, başlangıçta umut vadetse de ciddi riskler taşıdığı için yaygın olarak kullanılamadı. Ne yazık ki, Blalock'un insan üzerindeki ilk denemesi de benzer bir sonuçla sonuçlandı. Blalock, geliştirdikleri yöntemi "The Surgical Treatment of Experimental Coarctation (Atresia) of the Aorta" (Deneysel Aort Koarktasyonu (Atrezisi) Cerrahi Tedavisi) başlığıyla bilim dünyasına duyurdu. Bu yöntem, kalp ve damar cerrahisinde önemli bir adım oldu.
Bu sırada Helen Brooke Taussig (1898-1986), Johns Hopkins Üniversitesi'nin Harriet Lane Kliniği'nde pediatrik kardiyolog olarak çalışıyordu. Taussig, özellikle mavi bebek sendromu olarak da bilinen Fallot Tetralojisi üzerine odaklanmıştı. Bu sendrom, bebeklerde kanın yeterince oksijenlenememesi nedeniyle cildin mavi bir renk almasına yol açıyordu.
Taussig'in hayatı zorluklar içeriyordu. Annesini on bir yaşında tüberkülozdan kaybetti ve hastalık kendisine de bulaşarak onu kısmen sağır bırakmıştı. 1930'lu yıllarda bir doktorun başarılı bir teşhis koyabilmesi için iyi bir işitme yetisi, stetoskop kullanımı ve kalp sesleri bilgisine sahip olması gerekiyordu. Taussig, işitme cihazı ve stetoskop amplifikatörüyle bir süre idare etse de işitme yetisi zamanla daha da zayıfladı. Ancak Taussig pes etmedi; dudak okumayı ve hastalarının kalp seslerini parmak uçlarıyla hissederek dinlemeyi öğrendi. Bu becerisi o kadar gelişti ki, teşhis konusunda normal işiten doktorlardan hiçbir farkı kalmadı.
Taussig, doğuştan kalp bozukluğu olan yüzlerce bebek ve çocuğu tedavi ederken, siyanotik kalp kusuru ve patent duktus arteriozus (PDA) olan çocukların, PDA'sı olmayanlara kıyasla daha uzun yaşadığını fark etti. Bu gözlem, onu bir PDA'nın işlevini taklit eden bir şantın, Fallot tetralojisi hastalarının düşük oksijen seviyelerini iyileştirebileceği fikrine yöneltti.
Taussig, bu fikrini önce 1939 yılında Robert Edward Gross (1905-1988) ile paylaştı. Gross, 26 Ağustos 1938'de, 7 yaşındaki Lorraine Sweeny adlı bir kız çocuğunda patent duktus arteriozus (PDA) bağlama (PDA ligasyonu) işlemini başarıyla gerçekleştiren ve bu alanda öncü olan bir cerrahtı. Bu operasyon, dünya çapında büyük yankı uyandırdı ve pediatrik kalp cerrahisinde bir dönüm noktası oldu. Ancak Gross, Taussig'in fikrine şüpheyle yaklaştıı ve "Duktus arteriozusu kapatmak bile yeterince zor, yapay bir tane oluşturmak istemem" diyerek reddetti.
1943'te Blalock'un yeni şant tekniğini açıklaması Taussig’e ilham verdi. Bunun üzerine Blalock’a başvurarak, siyanotik bebeklerde akciğerlere giden kan akışını artırmanın bir yolunu bulup bulamayacaklarını sordu. Thomas'ın ifadesiyle Taussig, "boruları yeniden bağlamanın" işe yarayabileceğini ifade etti, ancak bu çözümü nasıl uygulayacaklarına dair net bir fikir sunmadı.
Blalock ve Thomas, bu sorunun çözümünün, daha önce Vanderbilt Üniversitesi'nde yaptıkları ve pulmoner hipertansiyonu tetiklemeyi amaçladıkları çalışmalarda yattığını fark ettiler. Bu çalışmalarda, subklavyen arter (kola kan taşıyan damar) ile pulmoner arter (akciğerlere kan taşıyan damar) arasında bir anastomoz (damarların cerrahi olarak birleştirilmesi), başka bir deyişle pulmoner dolaşım ile sistemik dolaşım arasında bir bağlantı yapılmasını içeren bir teknik geliştirmişlerdi. Bu işlem, akciğerlere giden kan akışını artırarak pulmoner hipertansiyonu tetiklemeyi amaçlıyordu. Ancak beklenenin aksine, bu teknik pulmoner hipertansiyona yol açmamış, bunun yerine akciğerlere giren kan miktarında belirgin bir artış sağlamıştı.
Thomas, bu tekniği insanlarda uygulamadan önce, laboratuvarda köpekler üzerinde test etmekle görevlendirildi. Öncelikle, köpeklerde mavi bebek sendromuna benzer bir durum yarattı ve ardından pulmoner-subklavyen anastomoz yöntemiyle bu durumu düzeltmeye çalıştı. Bu yöntem, subklavyen arteri pulmoner artere bağlayarak akciğerlere daha fazla kan gitmesini sağlıyordu. Thomas, yaklaşık iki yıl süren ve 200 köpeği içeren laboratuvar çalışmaları sırasında, Fallot Tetralojisi'ndeki dört kalp anomalisinden ikisini başarıyla taklit etti. Bu çalışmalar, düzeltici prosedürün ölümcül olmadığını gösterdi ve Blalock'u bu tekniğin insan hastalar üzerinde güvenle uygulanabileceğine ikna etti.
Thomas'ın ameliyat ettiği köpeklerden biri olan Anna, operasyondan sonra uzun süre hayatta kalan ilk hayvandı. Anna'nın başarısı o kadar etkileyiciydi ki, portresi Johns Hopkins'in duvarlarına asıldı. Anna, 1957'deki ölümüne kadar Johns Hopkins Cerrahi Laboratuvarları'nın maskotu olarak kaldı.
Fallot Tetralojisi (TOF) Nedir?
Fallot Tetralojisi (TOF), kalbin doğuştan gelen (konjenital) ciddi bir hastalığıdır. Bu hastalık, dört farklı yapısal bozukluğun bir araya gelmesiyle ortaya çıkar ve vücuda yeterli oksijen taşınmasını engelleyerek hayati riskler doğurabilir. TOF, özellikle bebeklerde ve çocuklarda ciddi sağlık sorunlarına yol açar.
TOF Adını Nereden Alıyor?
Fallot Tetralojisi, adını Fransız kardiyolog Étienne-Louis Arthur Fallot'tan (1850-1911) alır. Fallot, 1888 yılında bu hastalığı tanımlamış ve dört temel bileşenini ortaya koymuştur. Bu nedenle hastalık, "tetraloji" (dörtlü bozukluk) olarak adlandırılmıştır. Fallot'tan önce de benzer vakalar tanımlanmış olsa da, hastalık onun adıyla anılmaya devam etmiştir.
TOF'un Dört Ana Bileşeni Bulunur:
Fallot Tetralojisinin Belirtileri ve Riskleri Nelerdir?
Fallot Tetralojisi tedavi edilmediğinde ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir ve ölümcül olabilir. Ciddi vakalarda bebekler doğumdan kısa bir süre sonra hayati risk altına girer. Yetersiz oksijenlenme nedeniyle organlar zarar görebilir ve bu durum erken dönemde ölüme yol açabilir. Ancak günümüzde cerrahi müdahaleler ve tedavi yöntemleri sayesinde Fallot Tetralojisi olan hastaların büyük bir kısmı sağlıklı bir şekilde yaşamını sürdürebilmektedir. Bu riskler şunlardır:
Tıp tarihçisi Dr. Sherwin Bernard Nuland (1930-2014), Fallot Tetralojisi'li çocukların durumunu şu sözlerle anlatır:
“Pediatrik Kardiyoloji Kliniği'nde geçirilen bir öğleden sonra, en sabırlı doktorların bile sabrının test edildiği bir yerdi. Klinik, nefes darlığından dolayı en küçük hareketinde bayılan, gelişmemiş çocuklarla doluydu. Burun, kulaklar, uzuvlar ve bazen tüm vücutları siyanozla (mavimsi-mor renk değişikliği) kaplıydı. Hava açlıklarını kötüleştirmemek için yerde çömelirler veya muayene masalarında hareketsiz yatarlardı.”
Bu gözlemler, Fallot Tetralojisi'li çocukların zorluklarını gözler önüne sererken, modern tıbbın sunduğu cerrahi ve tıbbi tedaviler sayesinde bu çocuklar sağlıklı bir yaşam sürebilmektedir.
İkinci Dünya Savaşı tüm şiddetiyle devam ederken, 29 Kasım 1944'te Johns Hopkins Hastanesi'nin 706 numaralı odasında cerrahlar, küçük Eileen Saxon’un hayatını kurtarmak için toplandı. Henüz 15 aylık olan Eileen, sadece 4 kg (yaklaşık dokuz pound) ağırlığındaydı ve Fallot Tetralojisi olarak bilinen doğuştan kalp hastalığı nedeniyle ölümün eşiğindeydi. Oksijen yetersizliği nedeniyle cildi mavimsi bir renk almıştı. Derin nefes almadan önce yalnızca birkaç adım atabiliyordu. Ancak doktorlar, onu bugün kurtarma şansları olduğuna inanıyorlardı. Ameliyat odası, dört buçuk saat sürecek bu kritik operasyon için hazırlıklarla çalkalanıyordu. O zamanlar kalp cerrahisi için özel aletler bulunmadığından, Thomas iğne ve kelepçeleri prosedür için hayvan laboratuvarında kullanılanlardan uyarladı. Hastanenin en üst katındaki bu oda, büyük pencerelerden süzülen doğal ışıkla aydınlanıyordu ve tıp tarihinde bir devrime sahne olmaya hazırlanıyordu.
Yaklaşık 50 yıl önce, 1896’da yayımlanan The Surgery of the Chest adlı kitabında İngiliz cerrah Stephen Paget (1855-1926), “Kalp cerrahisi, doğa tarafından cerrahiye konulan sınıra ulaştı: Hiçbir yeni yöntem, hiçbir yeni buluş, kalpteki bir yarayı onarmanın doğal zorluklarını aşamaz.” (Heart surgery has reached the limits set by nature to surgery: no new method, and no new discovery, can overcome the natural difficulties that attend a wound of the heart.) diye yazmıştı. Bu görüş, 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına kadar tıp dünyasında yaygın bir inanıştı. Kalp, çok merkezi, çok hayati ve çok karmaşık bir organdı. Cerrahi müdahale imkansız gibi görülüyordu.
Ancak Alfred Blalock ve Vivien Thomas, bu tabuya meydan okudu. Daha önce laboratuvarda köpekler üzerinde yüzlerce kez denedikleri bir tekniği ilk kez bir insanda uygulamaya hazırlanıyorlardı. Bu teknik, subklavyen arter (kola kan taşıyan damar) ile pulmoner arter (akciğerlere kan taşıyan damar) arasında bir bağlantı kurarak akciğerlere daha fazla kan gitmesini sağlamayı amaçlıyordu.
Thomas bu ameliyatı bir köpek üzerinde yüzlerce kez gerçekleştirmişti, oysa Blalock bunu Thomas'ın asistanı olarak sadece bir kez yapmıştı. Ameliyat sırasında, Blalock'un isteği üzerine Thomas, Blalock'un omzunda bir tabure üzerinde durdu ve prosedür boyunca ona adım adım koçluk yaptı. Ameliyat sırasında Blalock, Thomas’ın özel olarak hazırladığı küçük bir iğneyle damarları dikkatlice birleştirdi. Her dikiş titizlikle atıldı. Ameliyata tanıklık eden UCLA Cerrahi Bölümü emekli profesörü William Polk Longmire (1913-2003), bu operasyonun zorluğunu şu sözlerle anlatıyordu:
"Damarın ucu bir milimetreden bile daha inceydi ve kesi sadece 10-12 cm (dört-beş inç) kadardı. Onu açarken bunun imkansız olduğunu düşünmüştüm."
Ancak Blalock, sakin ve metodik bir şekilde ilerledi. Son dikiş tamamlandığında, subklavyen damarı tıkamak için kullanılan "bulldog kelepçesi" çıkarıldı. Dikişler tutmuş, kan yeni oluşturulan şant üzerinden akmaya başlamıştı. Ameliyat ekibi, Eileen’in dudaklarının rengindeki değişimi hayretle izledi. Donuk mavi renk kaybolmuş, yerini sağlıklı bir pembe almıştı. Anestezi uzmanı şaşkınlıkla, "Bu çocuğun dudaklarının rengindeki değişikliği görmelisiniz!" diye haykırdı. Ameliyat tamamen başarılı olmadı, çünkü Eileen Saxon birkaç ay sonra tekrar siyanotik hale geldi. Göğsün karşı tarafında başka bir şant denendi, ancak birkaç gün sonra, ikinci doğum gününe çok yakın bir zamanda öldü.
Blalock ve ekibi, 1945 yılında 11 yaşındaki Sandra Stoltz adındaki bir kız çocuğunu başarıyla ameliyat etti. ("Mavi bebek" terimi aslında biraz yanıltıcıdır, çünkü Fallot tetralojisi olan birçok bebek, hastalığın şiddetine bağlı olarak ergenliğe kadar mavi dudaklar, parmaklar ve ayak parmaklarıyla yaşayabiliyordu; ancak bu durum, yaşam beklentilerini ciddi şekilde kısıtlıyordu.) Sandra, ameliyattan üç hafta sonra taburcu oldu. Şu anda (30 Mayıs 1995) Minneapolis'te psikolog olarak çalışan Stoltz, o dönemdeki durumunu net bir şekilde hatırlıyor. "11 yaşına kadar mor parmak uçları, burun, dudaklar ve ayak parmaklarıyla tam bir mavi bebektim," diyor. "Sık sık nefes darlığı çekiyordum, enerjim sınırlıydı ve ara sıra bayılıyordum. Normal olmak ve diğer çocuklara yetişebilmek için çaresizce çabalıyordum."
Ameliyatın ardından hayatının tamamen değiştiğini söyleyen Stoltz, "Ameliyattan sonraki ilk yılı pek hatırlamıyorum, ama sonrasında operasyonun tam bir başarı olduğunu düşündüm. Bisiklet sürmeyi öğrendim ve ilk kez devlet okuluna gittim. Lisede beden eğitiminden muaf tutuldum, ama geceleri jitterbug yaparak dans edebiliyordum! Bir kız öğrenci birliğine katıldım, kendimi popüler hissettim ve sonunda normal olduğumu düşündüm," diye ekliyor.
Daha sonra, ameliyatın sonunda cilt rengini dramatik bir şekilde geri kazanan altı yaşındaki başka bir çocuğu ameliyat ettiler. Bu üç vaka, Amerikan Tabipler Birliği Dergisi'nin Mayıs 1945 sayısında "Kalp Malformasyonlarının Cerrahi Tedavisi: Pulmoner Stenoz veya Pulmoner Atrezinin Yer Aldığı Durumlar" (The Surgical Treatment of Malformations of the Heart In Which There Is Pulmonary Stenosis or Pulmonary Atresia) adıyla yayınlanan ve prosedür için Blalock ve Taussig'e kredi veren makalenin temelini oluşturdu. Ne yazık ki, Thomas'tan hiç bahsedilmedi.
Ameliyatın yenilikçi bir şekilde tamamlanmasından sonra, Blalock prosedüre alıştı ve genellikle yanında Thomas ile birlikte binlerce çocuğa uyguladı. Yeni operasyon sadece doğrudan binlerce hayat kurtarmakla kalmadı, aynı zamanda modern tıp çağının insan kalbi üzerinde yapılan ilk başarılı ameliyat olduğu için modern kalp cerrahisi çağının başlangıcını da işaret etti.
Bu çığır açan hikayenin haberi, Associated Press tarafından dünya çapında yayıldı. Haber filmleri, Johns Hopkins Hastanesi'nin statüsünü büyük ölçüde artırdı ve o zamana kadar Johns Hopkins'in eski muhafızları tarafından başına buyruk olarak görülen Blalock'un itibarını sağlamlaştırdı. Ancak, Thomas'ın bu başarıdaki katkıları ne Blalock ne de Johns Hopkins tarafından resmen tanındı. Thomas'ın adı, bilimsel makalelerde ve resmi kayıtlarda yer almadı.
Bir yıl içinde, Blalock-Thomas-Taussig şantı olarak bilinen bu operasyon, Johns Hopkins'te 200'den fazla hasta üzerinde gerçekleştirildi. Ebeveynler, acı çeken çocuklarını binlerce kilometre öteden getirerek bu hayat kurtarıcı ameliyata umut bağladı. Bu şant, özellikle Fallot Tetralojisi (mavi bebek sendromu) gibi doğuştan kalp kusurlarının tedavisinde devrim yarattı.
Blalock-Thomas-Taussig şantı, teknik olarak bir açık kalp ameliyatı değildir. Açık kalp ameliyatı, kalbin odacıklarına veya kapakçıklarına müdahale etmeyi gerektiren, kalbin cerrahi olarak açıldığı ve doğrudan iç yapılarına ulaşıldığı bir tıbbi prosedürdür. Bu tür ameliyatlar sırasında, kalp-akciğer makinesi (kardiyopulmoner baypas) kullanılarak kalp geçici olarak durdurulur ve vücudun kan dolaşımı ile oksijenlenmesi bu makine aracılığıyla sağlanır. Bu sayede cerrahlar, kalbin iç yapılarını güvenli bir şekilde onarabilir veya değiştirebilirler.
Vivien Thomas'ın Tıp Tarihine Yön Veren Diğer Katkıları
Modern tıpta kalp-akciğer makinesinin kullanıldığı ilk başarılı açık kalp ameliyatı, 1953 yılında Dr. John Gibbon tarafından Philadelphia'da gerçekleştirilmiştir. Dr. Gibbon, kendi tasarladığı kalp-akciğer makinesini kullanarak, atriyal septal defekt (ASD) adı verilen bir kalp deliğini başarıyla onarmış ve bu operasyon, açık kalp cerrahisinde bir dönüm noktası olmuştur.
Blalock-Thomas-Taussig şantı ise kalbin çevresindeki damarlara yapılan bir müdahale ile kan akışını yeniden yönlendiren palyatif (geçici çözüm sunan) bir ameliyattır.
Vivien Thomas, tıp tarihinde özellikle kalp cerrahisi alanında büyük bir iz bırakmış, ancak uzun süre hak ettiği takdiri görememiş bir isimdir. Thomas'ın cerrahi teknikleri, özellikle atriyal septektomi gibi karmaşık operasyonlarla dikkat çekmiştir. Bu teknik, büyük damarların (aort ve pulmoner arter) transpozisyonu olan hastalarda dolaşımı iyileştirmeyi amaçlıyordu. Thomas, bu ameliyatı o kadar kusursuz bir şekilde gerçekleştirdi ki, Dr. Alfred Blalock dikiş hattını incelediğinde, "Vivien, bu Tanrı'nın yaptığı bir şeye benziyor" diyerek hayranlığını dile getirdi.
Johns Hopkins Hastanesi'ndeki çalışmaları sırasında Thomas, Dr. Alfred Blalock ile birlikte kalp ve damar cerrahisi üzerine önemli araştırmalar yaptı. 1944'te Blalock ve Edwards Park ile birlikte bir baypas ameliyatı geliştirdi. 1948'de ise Dr. Rollins Hanlon ile birlikte, kalbin büyük kan damarlarının transpozisyonunu düzeltmek için yeni bir teknik yarattı. Bu çalışmalar, kalp cerrahisinde devrim niteliğinde adımlar atılmasını sağladı. 1950'lere gelindiğinde, Blalock doğuştan kalp kusurlarını düzeltmek için 1.000'den fazla ameliyat gerçekleştirmişti. Bu başarının ardında ise Thomas'ın cerrahi tekniklerindeki ustalığı ve laboratuvar çalışmalarındaki özverisi yatıyordu.
1940'larda Thomas, Johns Hopkins’te birçok genç cerrah yetiştirdi ve onlar için efsanevi bir figür haline geldi. Yetiştirdiği cerrahlar arasında Denton Cooley, Alex Haller, Frank Spencer ve Rowena Spencer gibi tıp dünyasının önemli isimleri vardı. Bu cerrahlar, Thomas’ın kendilerine öğrettiği teknikler sayesinde Amerika Birleşik Devletleri’nde tıbbın ön saflarında yer aldı. 1968 yılında çocuklarda (pediatrik) ilk kalp-akciğer naklini (HLTx) deneyen Denton Cooley, 1989'da Washingtonian dergisine verdiği bir röportajda, "Daha önce hiç ameliyat izlememiş olsanız bile, Vivien'in nasıl yaptığını gördüğünüzde yapabileceğinizi sanırdınız. Çünkü o her şeyi inanılmaz kolay gösterirdi. Ne yanlış bir hamle vardı ne de boşa giden bir hareket olurdu." diyerek Thomas’ın yeteneğini övdü.
Thomas, uzun yıllar boyunca "perde arkasında" kalsa da, 1971'de düzenlenen bir törenle ve portresinin tıp kurumuna sunulmasıyla çalışmaları resmen tanındı. Törende yaptığı konuşmada, dünyanın sayısız sağlık sorununun bir kısmının çözülmesine yardımcı olabildiği için mütevazı bir memnuniyet içinde olduğunu belirtti. Thomas, birçok cerrahın uygulamaya başladığı gelişimsel becerilere yol açan araştırmadaki önemli rolü için nihayet tanındığı için mutluydu.
1 Temmuz 1976'da Thomas, Johns Hopkins Üniversitesi tarafından fahri doktora ile onurlandırıldı. Bazı kısıtlamalar nedeniyle, tıp doktorası yerine fahri bir Hukuk Doktoru (LL.D.) aldı. Ancak, Johns Hopkins Hastanesi ve Tıp Fakültesi personeli ve öğrencileri ona "Doktor" demeye devam etti. Thomas, 37 yıl boyunca Johns Hopkins'te çalıştıktan sonra, nihayet Tıp Fakültesi fakültesine Cerrahi Eğitmeni olarak atandı. Ne yazık ki, resmi bir tıp diploması olmaması nedeniyle hiçbir zaman yaşayan bir hastayı ameliyat etmesine izin verilmedi.
Thomas, 1979 yılında emekli oldu. Ancak, onun mirası tıp dünyasında yaşamaya devam etti. Özellikle, uzun yıllar sadece "Blalock-Taussig şantı" olarak anılan prosedür, Thomas'ın hayati katkılarının tanınmasıyla, 2000'li yılların başlarında "Blalock-Thomas-Taussig şantı" olarak anılmaya başlandı. Bu değişim, 2004 yılında yayınlanan ve geniş yankı uyandıran "Something the Lord Made" adlı HBO filmiyle daha da yaygınlaştı. Film, Thomas'ın rolünü açıkça gösterdi ve bu isim değişiminin tıp literatürüne girmesine katkıda bulundu. Ayrıca, Journal of Pediatric Surgery (2006), The Annals of Thoracic Surgery (2005) gibi prestijli tıp dergilerindeki makaleler ve 2007'de yayımlanan "Pioneers of Cardiac Surgery" kitabı, bu isimlendirme değişimini benimseyerek yaygınlaştırdı.
Vivien Thomas, tıp tarihinde bir efsane olarak anılmayı hak eden bir isimdir. Onun çalışmaları ve yetiştirdiği cerrahlar, modern kalp cerrahisinin temellerini attı. Thomas'ın hikayesi, sadece tıbbi başarılarıyla değil, aynı zamanda azmi, alçakgönüllülüğü ve engellere rağmen başarıya ulaşma kararlılığıyla da ilham vericidir. Denton Cooley gibi onun yetiştirdiği cerrahlar ise, Thomas'ın mirasını dünya çapında başarılarla taşıdı ve kalp cerrahisinin sınırlarını genişletti.
Blalock ve Thomas
Vivien Thomas, laboratuvardaki üstün yeteneklerine rağmen son derece düşük bir maaş alıyordu. Defalarca zam talep etmesine rağmen Alfred Blalock’tan olumlu bir yanıt alamayınca, geçim sıkıntısı nedeniyle umutsuzluğa kapıldı ve hatta eski mesleği olan marangozluğa geri dönmeyi düşünmeye başladı. Ancak Blalock, Thomas’ın laboratuvardaki vazgeçilmez rolünün farkındaydı ve onu kaybetmemek için elinden geleni yaptı.
Blalock’un Thomas’a karşı tutumu, 34 yıllık ortaklıkları boyunca karmaşık ve çelişkiliydi. Thomas, laboratuvar teknisyeni olarak çalışmasına rağmen, yalnızca bir temizlik görevlisi maaşı alıyordu. Aynı işi yapan beyaz çalışanlar çok daha yüksek ücretler kazanırken, Thomas maddi sıkıntılarla boğuşmak zorunda kalıyordu. Blalock, bir yandan Thomas’ı hem Vanderbilt Üniversitesi’ndeki üst düzey yöneticilere hem de Johns Hopkins’teki meslektaşlarına karşı savunuyor, hatta mavi bebek ameliyatlarının ilk serisinde onun ameliyathaneye girmesinde ısrar ediyordu. Öte yandan, konu maaş, akademik takdir ve sosyal statüye geldiğinde Thomas’ı geri planda bırakıyordu. Bu çelişkili durum, Thomas’ın ekonomik zorluklar yaşamasına neden olurken, bazen Blalock’un partilerinde barmenlik yaparak ek gelir elde etmek zorunda kalması gibi tuhaf bir duruma yol açıyordu. Gün boyunca kendisine cerrahi teknikler öğrettiği kişilere akşamları içki servisi yapmak, Thomas için hem zor hem de rahatsız edici bir deneyimdi.
Mavi bebek ameliyatındaki katkılarının resmi olarak tanınmaması, ikili arasındaki gerilimi daha da artırdı. Thomas’ın adı bilimsel makalelerde geçmiyordu ve ameliyat ekibiyle çekilen resmi fotoğraflarda yer almıyordu. Bu durum, Thomas’ın emeğinin ve yeteneğinin görmezden gelinmesi anlamına geliyordu. Blalock, Thomas’ın katkılarını kişisel olarak takdir etse de, onu resmi olarak tanımak ve takdir etmek konusunda isteksiz davrandı. Bu tutum, ikili arasındaki ilişkide derin bir kırılmaya neden oldu.
1946 yılına gelindiğinde, Blalock’un arabuluculuğu sayesinde Thomas, Johns Hopkins’teki en yüksek maaşlı asistan oldu ve kurumdaki en yüksek maaş alan Afrikalı-Amerikalı çalışan haline geldi. Ancak Thomas’ın hayali, tıp eğitimi alıp doktor olmaktı. Eşi Clara Flanders Thomas’ın 1987’de yaptığı bir röportaja göre, Thomas bu hayalini mavi bebek ameliyatları döneminde bile bırakmamıştı. 1947’de Morgan State Üniversitesi’ne başvurdu, ancak üniversite yaşam deneyimlerini kredi olarak kabul etmeyip standart birinci sınıf şartlarını yerine getirmesini istedi. Üniversite ve tıp fakültesini bitirdiğinde 50 yaşında olacağını fark eden Thomas, bu hayalinden vazgeçmek zorunda kaldı.
Thomas, yaşadığı tüm zorluklara rağmen, tıp dünyasına bıraktığı mirasla ölümsüzleşti. Onun çalışmaları ve yetiştirdiği cerrahlar, modern kalp cerrahisinin temellerini attı. Thomas’ın hikayesi, sadece tıbbi başarılarıyla değil, aynı zamanda azmi, alçakgönüllülüğü ve engellere rağmen başarıya ulaşma kararlılığıyla da ilham vericidir. Blalock ile olan ilişkisindeki çelişkiler ise, dönemin sosyal ve ırksal dinamiklerini anlamak açısından önemli bir örnek teşkil eder.
Alman filozof Friedrich Nietzsche’nin (1844-1900) dediği gibi, “Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır.” Thomas’ın katkıları ve emeği, zaman içinde gün yüzüne çıktı. Özellikle 2000’li yıllarda, onun rolü daha fazla tanınmaya başlandı ve tıp tarihindeki yeri hak ettiği şekilde yeniden değerlendirildi. Thomas’ın hikayesi, sadece tıp dünyası için değil, adalet ve eşitlik mücadelesi veren herkes için güçlü bir ilham kaynağı olmaya devam ediyor.
Yazan: Kamil Hamidullah
Oluşturma Tarihi: Kamil Hamidullah / ŞUBAT 2025
Önceki güncelleme:
Son güncelleme:
#PulmonerHipertansiyon #PAHSSc #PulmonaryHypertension #NadirHastalık #RareDisease