M.Ö. 400 - Bazı Kaynaklarda Pien Chiao veya Bian Qiao
Organ nakli ve kalp cerrahisinin tarihi, insanlığın tıp alanında attığı cesur adımlarla doludur. Bu süreç, antik çağlardan modern tıbbın gelişimine kadar uzanan bir yolculuğu kapsar. İlk olarak, M.Ö. 400 yılında Çinli cerrah Tsin Yue-Jen (bazı kaynaklarda Pien Chiao veya Bian Qiao olarak da geçer), şarap anestezisi altında iki askerin kalplerini değiştirdiği bir ameliyat gerçekleştirmiştir. Bu olay, insanlık tarihindeki en eski organ nakli uygulaması olarak kabul edilir. Ancak bu naklin neden yapıldığı tam olarak bilinmemektedir. İnsanlık tarihindeki en eski organ nakli uygulaması, antik Çin kaynaklarına dayanarak 2400 yıl önce gerçekleşmiştir. Başka bir ifadeyle, bu kayıt organ naklinin ilk belgesidir. 175,176
Tıp dünyasında birçok ilke imza atan Columbia Üniversitesi gibi kurumlar, Bian Que'nin efsanevi kalp nakli hikayesinin gerçekliğini tartışmaktan ziyade, insanların böyle bir çözüm yolunun mümkün olabileceğini düşünmelerini sağlaması açısından tarihi bir öneme sahip olduğunu vurgular. Bu tür hikayeler, tıbbın sınırlarını zorlama ve insanlığın hayal gücünü harekete geçirme açısından önemlidir. Ancak, insanlık tarihinde kalp, sadece bir organ olmanın ötesinde kutsal bir değer olarak görülmüştür. Özellikle dini ve ahlaki dogmalar nedeniyle kalp, insan vücudunun en kutsal parçası olarak kabul edilmiş ve uzun yıllar boyunca cerrahi müdahalelerden kaçınılmıştır. Bu durum, 20. yüzyılın başlarına kadar devam etmiştir.
Kadim medeniyetlerden Sümerler (M.Ö. 4000-2000) ve Antik Mısır (M.Ö. 3100-M.Ö. 30) gibi birçok kültürde, kalp insanın ruhunu barındıran kutsal bir merkez olarak kabul edilirdi. Özellikle Antik Mısır'da, kalp yaşamın ve düşüncenin kaynağı olarak görülürdü. Mısırlılar, ölümden sonraki yaşama inanır ve bu inanç doğrultusunda ölülerini mumyalama işlemine tabi tutarlardı. Bu işlem, yaklaşık 70 gün sürerdi ve bu süreçte organlar özenle çıkarılırdı. Ancak kalbe diğer organlardan farklı bir muamele yapılırdı.
Antik Mısır'da, kalp yaşamın merkezi olarak kabul edildiği için mumyalama sırasında çıkarıldıktan sonra özel bir şekilde mumyalanır ve tekrar vücuda yerleştirilirdi. Mısırlılar, kalbin öbür dünyada Osiris tarafından tartılacağına inanırlardı. Bu tartıda, kalbin dürüstlük ve iyilikle dolu olması gerekiyordu. Bu nedenle kalp, ölüm sonrası yaşam için vazgeçilmez bir organdı.
Diğer organlar ise (karaciğer, akciğer, mide ve bağırsaklar) kanope (kanopik) kavanozlar adı verilen özel kaplarda saklanırdı. Bu kavanozlar, ölünün koruyucu tanrıları olan Horus'un dört oğlu tarafından korunduğuna inanılan sembolik kaplardı. Ancak beyin, Antik Mısır'da önemsenmeyen bir organ olarak kabul edilirdi. Mumyalama sırasında burun deliklerinden özel aletlerle çıkarılır ve atılırdı. Beynin işlevi ve önemi tam olarak anlaşılmadığı için, mezar alanındaki hiyerogliflerde bile yer almamıştır.
Antik Yunan ve Roma’da kalp, yalnızca bir organ olarak değil, aynı zamanda yaşamın ve ruhun merkezi olarak kabul ediliyordu. Hipokrat (M.Ö. 460-370), kalbi vücuda sıcaklık veren önemli bir yapı olarak tanımlıyor ve “Kalpteki bir yara ölümcüldür.” diyordu. Galen (M.S. 129-216) ise kalbin kan ürettiğini ve vücuda ruhani bir enerji (pneuma) yaydığını savunuyordu. O dönemde oksijenin ve dolaşım sisteminin doğru işleyişi bilinmediği için, kalbin bir pompa işlevi gördüğü gerçeği anlaşılmadı. Galen’in teorileri, ölümünden sonra bile yaklaşık 1500 yıl boyunca Avrupa ve İslam dünyasında tartışmasız kabul gördü ve Orta Çağ hekimlerinin temel başvuru kaynağı oldu.
Kutsal ve iyilik merkezi olarak kabul edilen kalp, 19. yüzyılda bile tıp dünyasında büyük bir tartışma konusuydu. Örneğin, ünlü cerrah Christian Albert Theodor Billroth (1829-1894), 1882 yılında insan kalbini ameliyat etmenin "en iyi ihtimalle aptallık, en kötü ihtimalle cehalet" olduğunu belirtmişti. Benzer şekilde, İngiliz cerrah Stephen Paget (1855-1926), 1896 yılında "Kalp cerrahisi, doğa tarafından cerrahi için konulan sınıra ulaştı. Hiçbir yeni yöntem ve hiçbir yeni buluş, bir kalp yarasını onarmak için doğal zorlukların üstesinden gelemez!" demişti. Bu sözler, o dönemde kalp cerrahisinin ne kadar riskli ve imkansız görüldüğünü açıkça ortaya koymaktadır.
Ancak, 20. yüzyılın başlarında bu dogmalara meydan okunmaya başlandı. Robert Edward Gross (1905-1988), 26 Ağustos 1938'de 7 yaşındaki Lorraine Sweeny adlı bir kız çocuğunda patent duktus arteriozus (PDA) bağlama işlemini gerçekleştirerek önemli bir adım attı. Ardından, Alfred Blalock (1899-1964), "Hademe" Vivien Thomas (1910-1985) ve Helen Taussig (1898-1986), 29 Kasım 1944'te 15 aylık Eileen Saxon adlı bir bebeğe Fallot Tetralojisi tedavisi için Blalock-Thomas-Taussig şantını uyguladılar.
John Heysham Gibbon (1903-1973) ise 6 Mayıs 1953'te 18 yaşındaki Cecelia Bavolek adlı bir hastada kalp-akciğer makinesini kullanarak tarihteki ilk başarılı açık kalp ameliyatını gerçekleştirdi. Bu ameliyat, tıp tarihinde bir devrim yarattı ve modern kalp cerrahisinin temellerini attı. Gibbon'un çalışmaları, sadece açık kalp ameliyatlarını değil, aynı zamanda organ nakilleri ve pulmoner endarterektomi gibi diğer kompleks cerrahi prosedürlerin de önünü açtı.
Tüm bu gelişmeler, insanlığın kalbe dair dogmalara yavaş yavaş meydan okumasını sağladı. Kalp, artık sadece kutsal bir organ olarak değil, aynı zamanda kanı pompalayan bir kas ve tedavi edilebilir bir yapı olarak görülmeye başlandı. Bu süreç, tıbbın ve insanlığın cesaretinin bir zaferi olarak tarihe geçti.
Bian Qiao
Bian Que (Çince: 扁鵲; M.Ö. 407-310), Savaşan Devletler Dönemi'nde Qi Devleti'nde doğmuş ve yaşamıştır. Kesin doğum tarihi bilinmemekle birlikte, MÖ 5. yüzyıl civarında yaşamıştır. Bu dönem, Konfüçyüs (M.Ö. 551-479) gibi büyük filozofların ve düşünürlerin yaşadığı bir çağdır. Çin'in bilinen en eski hekimlerinden biri olarak kabul edilir. Asıl adı Qin Yueren (秦越人) olarak bilinir, ancak tıp alanındaki olağanüstü yetenekleri nedeniyle insanlar ona Sarı İmparator (Huangdi) döneminden gelen efsanevi doktor Bian Que'nin (Türkçesi saksağan) adını vermiştir. Çin kültüründe saksağanın iyi haber, şans ve mutluluk getiren bir kuş olarak görülmesidir. Tıpkı saksağanın insanlara umut ve neşe getirmesi gibi, Bian Que de hastalarına şifa ve iyileşme umudu veren bir figürdü. Ayrıca, saksağanın Yin ve Yang dengesini temsil eden siyah-beyaz tüyleri, Bian Que'nin tıp alanındaki bilgeliği ve denge anlayışıyla da örtüşmektedir.
Bian Que, Çin tarihinde nabız ve fiziksel muayeneye dayalı teşhis yöntemini ilk kez sistematik olarak kullanan hekim olarak bilinir. "Bakmak (dillerine ve dış görünüşlerine), Dinlemek (seslerine ve nefes alma şekillerine), Sorgulamak (semptomları hakkında) ve Almak (nabzı)" olmak üzere dört aşamalı bir teşhis yöntemi geliştirmiştir. Bu yenilikçi yaklaşım, tıbbı doğaüstü inanışlardan uzaklaştırarak bilimsel bir temele oturtmuş ve modern tıbbın gelişimine önemli katkılar sağlamıştır. Bian Que’nin, “Doktorlar yerine büyücülere inanan bir vaka tedavi edilemez.” sözü de onun bilimsel tıbba olan inancını ve batıl inançlara karşı duruşunu açıkça ortaya koyar. Ancak, yaşamına dair bazı gerçekler bilinse de, zamanla efsanevi bir figüre dönüşmüştür. Nitekim ölümün, herkesi aziz yapma gibi bir huyu var.
Açıklama: Çin tarihindeki Savaşan Devletler Dönemi (yaklaşık M.Ö. 475 - 221)
Çin tarihindeki Savaşan Devletler Dönemi, yaklaşık M.Ö. 475 ile 221 yılları arasında yaşanmıştır. Bu dönem, Zhou Hanedanı'nın (M.Ö. 1046 - 256) zayıflamasıyla başlamış ve yedi büyük devletin (Qi, Chu, Yan, Han, Zhao, Wei ve Qin) birbirleriyle üstünlük mücadelesine girmesiyle şekillenmiştir. Sürekli savaşlar, diplomatik entrikalar ve güç mücadeleleriyle dolu bu süreç, Qin Devleti'nin M.Ö. 221'de tüm rakiplerini yenerek Çin'i ilk kez merkezi bir imparatorluk altında birleştirmesiyle sona ermiştir.
Savaşan Devletler Dönemi (M.Ö. 475-221), Bahar ve Sonbahar Dönemi'ni (M.Ö. 770-476) takip etmiş ve Qin Devleti'nin diğer devletleri fethederek Qin Hanedanlığı'nı kurmasıyla noktalanmıştır. Bu dönemde askeri taktikler, entrikalar, devlet yönetimi ve felsefi düşünceler büyük ölçüde gelişmiştir.
Bu süreçte, Çin'in düşünce dünyasını şekillendiren üç önemli felsefi akım ortaya çıkmıştır:
Konfüçyüsçülük: Konfüçyüs (M.Ö. 551-479) tarafından geliştirilen bu akım, erdem, ahlak ve sosyal düzeni vurgular. Toplumda uyum ve hiyerarşi, bu felsefenin temel unsurlarıdır.
Legalizm: Sıkı yasalar, disiplin ve devletin güçlendirilmesini savunan bu siyasi felsefe, dönemin devlet yönetimlerinde etkili olmuştur.
Daoizm: Laozi (M.Ö. 6. yüzyıl) tarafından geliştirilen bu düşünce sistemi, doğayla uyum içinde yaşamayı, basitliği ve spontane (kendiliğinden) bir yaşam tarzını öne çıkarır.
Bu felsefi akımlar, yalnızca Savaşan Devletler Dönemi'nde değil, sonraki yüzyıllarda da Çin kültürü ve devlet yönetimi üzerinde derin izler bırakmıştır.
Büyük Tarihçinin Kayıtları (Shiji, 史記), Çin'in ilk kapsamlı ve sistematik tarihsel eseri olup, M.Ö. 1. yüzyılda "Çin'in Herodot'u (M.Ö. 484-425)" olarak anılan ünlü tarihçi Sima Qian (M.Ö. 145–87) tarafından kaleme alınmıştır. Sima Qian, bu eserinde ünlü hekim Bian Que (Bian Qiao) hakkında ilginç bir hikayeye yer verir.
Bian Qiao, soylulara hizmet veren bir handa çalışırken, hana yaşlı bir bilge olan Chang Sangjun gelir. Çin mitolojisinde Chang Sangjun, tıpkı Hızır gibi gizemli ve yardımsever bir figür olarak tasvir edilir. Ölümsüz bir şifacı olan bu efsanevi bilge, doğaüstü güçleriyle insanlara rehberlik eder. Bilge, Bian Qiao’nun değerli niteliklerini fark eder ve onu tıbbi bilgilerini aktaracağı varisi olarak seçer.
Chang Sangjun, Bian Qiao'ya tıbbi sırlarını öğretmeyi teklif etti, ancak bunu başkalarına ifşa etmeyeceğine dair yemin etmesini şart koştu. Bian Qiao bu şartı kabul edince, Chang Sangjun ona bir kitap ve bazı otlar verdi. Bu otları 30 gün boyunca özel bir sıvıyla kaynatıp içmesini söyledi. Talimatlarını verdikten sonra, Chang Sangjun gizemli bir şekilde ortadan kayboldu.
Bian Qiao, talimatları dikkatlice uyguladı ve 30 günün sonunda sadece doğanın sırlarını anlamakla kalmayıp, insan vücudunun içini görme yeteneği de kazandı. Bu yetenek, ona X-ışını benzeri bir teşhis gücü sağladı. Ayrıca, nabız alma ve akupunktur tedavisi gibi alanlarda da büyük bir uzman haline geldi.
Bian Qiao, Bian Que'nin Tıp Kitabı (Bian Que Neijing) adlı eserin yazarı olarak kabul edilir. Han Hanedanı dönemindeki doktorlar, bu eseri incelediklerini iddia etmişlerdir, ancak eser günümüze ulaşmamıştır. Efsaneler, Bian Qiao'nun birçok tıbbi disiplinde uzman olduğunu ve gittiği her yerde yerel ihtiyaçlara göre hizmet verdiğini söyler. Örneğin, bir şehirde çocuk doktoru, başka bir şehirde ise kadın hastalıkları uzmanı olarak çalışmıştır.
2013 yılında yapılan arkeolojik kazılarda, uzun süredir kayıp olan ve Bian Que tarafından yazıldığı doğrulanan tıbbi eserler bulundu. Ayrıca, insan vücudu üzerinde ana ve yan kanalları gösteren lake figürler de ortaya çıkarıldı. Mezarlarda, 20.000'den fazla Çince karakter içeren 920 bambu şerit ve 50 yazılı ahşap tablet bulundu. Sichuan bölgesinde, Batı Han Dönemi'ne ait ilk bambu şeritler keşfedildi.
Anlatılan bir başka olayda Bian Que erken tanıya dikkat çeker.
Bian Qiao, Qi Devleti'nin derebeyi Qi Huan'la yaşadığı olay, erken teşhisin ve tedavinin önemini vurgulayan ibretlik bir hikayedir.
Bian Qiao, bir gün Qi (veya Cai) derebeyinin sarayına davet edildi. Derebeyiyle birlikte yemek yerken, Bian Qiao ona bir hastalığı olduğunu ve bu hastalığın derhal tedavi edilmesi gerektiğini söyledi. Derebeyi, kendisini son derece sağlıklı hissettiğini ve hiçbir rahatsızlığı olmadığını belirterek Bian Qiao’nun uyarısını ciddiye almadı. Hatta etrafındakilere, Bian Qiao’nun insanların korkularından faydalanmaya çalışan biri olduğunu söyledi.
Beş gün sonra Bian Qiao, derebeyini tekrar gördü ve bu kez hastalığın deriden çıkıp kana karıştığını, acilen müdahale edilmesi gerektiğini bildirdi. Ancak derebeyi yine aynı tepkiyi verdi: “Ben tamamen sağlıklıyım! Hem senin bu ısrarların beni rahatsız etmeye başladı.” diyerek Bian Qiao’yu görmezden geldi.
Bir beş gün daha geçtiğinde Bian Qiao, derebeyine hastalığın artık mide ve bağırsaklara ulaştığını, tedavi edilmezse durumun ciddileşeceğini söyledi. Fakat derebeyi, kendisini iyi hissettiğini tekrarlayarak hekimin uyarılarını bir kez daha reddetti.
Beş gün sonra Bian Qiao, derebeyini bir kez daha ziyaret etti. Ancak bu sefer ona hiçbir şey söylemedi, uzaktan bakıp hemen geri çekildi. Derebeyi, bu tuhaf davranışa anlam veremedi ve bir haberci göndererek Bian Qiao’nun neden böyle davrandığını sordu. Bian Qiao, haberciye şu cevabı verdi:
“Bir hastalık derideyken ilaçlarla ve merhemlerle tedavi edilebilir; kana karıştığında akupunkturla iyileştirilebilir; mide ve bağırsaklara ulaştığında ise bitkisel karışımlarla çözüm bulunabilir. Ancak hastalık kemik iliğine kadar ulaştığında, bir hekimin yapabileceği hiçbir şey kalmaz. Şimdi hastalık Efendimizin kemik iliğine yerleşmiştir. Artık söyleyecek sözüm yok.”
Bian Qiao’nun dediği gibi, beş gün sonra derebeyi hastalandı ve kısa süre içinde hayatını kaybetti.
Hastalıklar ilerlemeden müdahale etmek, iyileşme şansını büyük ölçüde artırır; ancak geç kalındığında sonuçlar kaçınılmaz olur.
Bian Qiao’nun efsanevi kalp nakli hikayesi, modern tıbbın kalp naklini gerçekleştirmesinden tam 2400 yıl önce, insan ruhunun derinliklerine dair şaşırtıcı bir kavrayış sunar. Kişilikleri ve mizaçları tamamen zıt olan iki askerin sorunlarını, kalplerinin uyumsuzluğuna bağlayan Bian Qiao, onların kalplerini değiştirerek her ikisini de bedenleriyle uyumlu hale getirmiştir. Antik inanışlara göre kalp, ruhun evi olarak kabul edilirdi. Bian Qiao’nun bu müdahalesi, yalnızca fiziksel değil, ruhsal dengenin de sağlanması gerektiğine dair erken bir örnek teşkil eder. Bu çözüm, tıbbın sadece bedensel iyileşmeyi değil, aynı zamanda ruhsal uyumu da hedeflemesi gerektiğini ortaya koyar ve insan yaşamına dair derin bir anlayışın izlerini taşır.
Lucius Annaeus Seneca'nın (M.Ö. 4-M.S. 65) “Ölmeden önce kimse mutlu değildir, öldükten sonra da kimse değersiz değildir.” sözüyle örtüşen bir şekilde, Bian Qiao da ölümünün ardından efsaneleşmiş ve kalp nakli gibi devrimci bir başarıyla tıp tarihine silinmez bir iz bırakmıştır. Bu kadim hikaye, tıbbın yalnızca bedeni değil, ruhu da iyileştirme amacını taşıması gerektiğini hatırlatır. Bian Qiao’nun mirası, insanın bedensel ve ruhsal sağlığının bir bütün olarak ele alınmasının ne denli önemli olduğunu vurgulayarak, günümüz tıbbına bile ilham vermeye devam ediyor.
Yazan: Kamil Hamidullah / KASIM 2023
Önceki güncelleme: ŞUBAT 2025
Son güncelleme: Kamil Hamidullah / MART 2025
#AkciğerNakli #PAHSSc #LungTransplant #OrganBağışı #OrganNakli #OrganDonation #BianQiao #PienChiao #TsinYueJen #LTx