PAHSSc, Nadir Hastalıklar Gününü Destekliyor

DOLAŞIM SİSTEMİNİN TARİHÇESİ -16- SOLUNUM SİSTEMİ TANIMLANMAYA BAŞLADI - 2024.09.14

Dolaşım Sisteminin Tarihçesi -16- Solunum Sistemi Tanımlanmaya Başladı

 

Antoine-Laurent de Lavoisier (1743-1794), Solunum Sisteminde Oksijenin Rolünü Keşfetti.

 

William Harvey'nin 1628'de kan dolaşımı sistemini keşfinden ve Marcello Malpighi'nin 1661'de akciğerlerdeki kılcal damarları ve hava keseciklerini gözlemlemesinden sonra, bilim dünyası solunumun yaşamsal önemini kavrayarak bu alanda araştırmalara yöneldi. Fizik ve kimya bilimlerindeki gelişmeler, solunum fizyolojisinin oksijen tüketimi ve ısı üretimi açısından incelenmesine olanak tanıdı.

 

Bu dönemde, tıp ve kimya arasında bir köprü kuran İsviçreli hekim ve düşünür Paracelsus (Phillipus Theophratus Bombastus von Hohenheim, 1493-1541), canlılardaki süreçleri kimyasal terimlerle açıklama fikrini ortaya attı. Bu yaklaşım, daha sonra İatrokimya Okulu'nun temellerini oluşturdu. Bu okulun önemli temsilcilerinden biri olan Flaman bilim insanı Jan Baptist van Helmont (1577-1644), gazlar üzerine yaptığı çalışmalarla "gaz" terimini literatüre kazandırdı. Van Helmont, havanın akciğerlerden süzülerek geçtiğini ve akciğer hücrelerinin bir çeşit motor gücüne sahip olduğunu ileri sürdü.

 

1660 yılında İngiliz bilim insanı Robert Boyle (1627-1691), canlıların yaşamını sürdürmesi için havanın tamamına değil, sadece belirli bir bileşenine ihtiyaç duyduğunu keşfetti. Ancak dönemin çoğu bilim insanı, yanıcı maddelerin içinde bulunan ve yanma sırasında açığa çıktığı düşünülen hayali bir madde olan flogiston teorisine inanmaya devam etti.

 

John Mayow (1645-1679) ise yanma ve solunum sırasında açığa çıkan gazları izole etmeyi başardı. Havanın yalnızca bir kısmının yanma ve solunum için kullanıldığını fark ederek, bu kısma "nitro-aerial" parçacıklar adını verdi. Günümüzde bu parçacıkların oksijen olduğunu biliyoruz.

 

1669'da İngiliz hekim Richard Lower (1631-1691), solunum fizyolojisi alanında çığır açan deneyler gerçekleştirdi. Arteriyel ve venöz kan arasındaki renk farkını inceleyerek, kanın akciğerlerden geçerken solunan havayla karıştığını gözlemledi.

Ancak modern solunum teorisinin tamamlanması, 18. yüzyılda kimyasal elementlerin keşfiyle mümkün oldu. Joseph Black karbondioksiti, Henry Cavendish hidrojeni, Daniel Rutherford azotu ve Joseph Priestley oksijeni keşfetti. Bu keşifler, Antoine-Laurent de Lavoisier'nin (1743-1794) çığır açan çalışmalarına zemin hazırladı.

Lavoisier'nin solunum sisteminde oksijenin rolünü keşfetme süreci, 1770'lerin sonlarında ve 1780'lerin başlarında gerçekleşti. Bu süreç, bir dizi önemli deney ile aşamalı olarak ilerledi ve kanıtlandı. 

 

  1. 1775: Lavoisier, oksijenin varlığını keşfetti ve ona "oksijen" adını verdi. Bu, solunumun anlaşılması için kritik bir adımdı.
  2. 1777: "Mémoire sur la combustion en général" (Genel Olarak Yanma Üzerine Anı) adlı çalışmasında, Lavoisier şu önemli gözlemi yaptı: "Saf hava (oksijen), akciğerlere girdikten sonra, kısmen sabit hava (karbondioksit) olarak ayrılır." Bu, oksijenin solunumdaki rolüne dair ilk açık ifadeydi.
  3. 1780: Lavoisier, solunumun yavaş bir yanma süreci olduğunu ve ısı ürettiğini öne sürdü. Bu hipotez, solunumun metabolik rolünü anlamada önemliydi.
  4. 1783: Arkadaşı Pierre-Simon Laplace (1749-1827) ile geliştirdiği buz-kalorimetresi ile yanma ve solunum sırasında açığa çıkan ısı miktarını ölçmeyi başardı; bu deneylerde, canlı bir kobay farenin ve yanan kömür parçasının ürettiği karbondioksit ve ısı miktarını karşılaştırdı ve solunumun bir yanma süreci olduğu fikrini destekledi.
  5. 1789: Armand Séguin ile yaptığı deneylerde, insan solunumunda tüketilen oksijen miktarını ölçtü ve bu çalışmalar, solunumun daha geniş bir biyolojik döngüdeki rolünü açıklayan yeni bir teorinin temellerini attı. Lavoisier, solunum, terleme ve sindirim arasındaki ilişkiyi tanımlayarak, insan metabolizmasını fiziksel süreçlerin bir sonucu olarak açıkladı.

 

Ne yazık ki Fransız Devrimi sırasında, eski rejimle bağlantılı olduğu gerekçesiyle diğer vergi tahsildarlarıyla birlikte tutuklandı. 8 Mayıs 1794'te giyotinle idam edildi. Rivayete göre, deneylerini tamamlamak için geçici bir erteleme istediğinde, yargıç "Cumhuriyet'in bilim adamlarına ihtiyacı yok" diye cevap verdi. Lavoisier'nin trajik sonu, bilim dünyası için büyük bir kayıp oldu, ancak solunum fizyolojisine yaptığı katkılar kalıcı oldu.

 

Eski Yunan filozofu Anaksagoras'ın "Hiçbir şey doğmaz ve yok olmaz, sadece var olan şeyler birleşir ve ayrılır" şeklindeki ifadesinden uyarladığı "Rien ne se perd, rien ne se crée, tout se transforme" (Hiçbir şey kaybolmaz, hiçbir şey yaratılmaz, her şey dönüşür) Lavoisier'e atfedilen sözüyle dolaşım sisteminin tarihçesi hakkındaki bilgi paylaşımımızın sonuna ulaştık. Sırada pulmoner hipertansiyonun tarihçesine birlikte bakacağız.

 

Gelecek Konu: Dolaşım Sisteminin Tarihçesi -16- Dolaşım Sistemi Hastalıklarının Tanımlanmaya Başlanmas 

 

 

KAYNAKÇA:

 

    1. Pulmoner Arteriyel Hipertansiyonun Tarihçesi - Bölüm 1 (MÖ. - 1891) (pahssc.org.tr)
    2. Antoine-Laurent de Lavoisier (1743–1794) and the birth of respiratory physiology | Thorax (bmj.com)
    3. Antoine Lavoisier - Wikipedia
    4. Traité Élémentaire de Chimie - Antoine Laurent Lavoisier - 1789
    5. Hallmarks in the study of respiratory physiology and the crucial role of Antoine-Laurent de Lavoisier (1743–1794) | American Journal of Physiology-Lung Cellular and Molecular Physiology
    6. Rien ne se perd, rien ne se crée, tout se transforme — Wikipédia (wikipedia.org)

 

 


Yazan: Kamil Hamidullah
Oluşturma Tarihi: Kamil Hamidullah / EKİM 2018
Önceki güncelleme: Kamil Hamidullah / AĞUSTOS 2024
Son güncelleme: Kamil Hamidullah / EYLÜL 2024


 

Eskişehir Web Tasarım