Antoine-Laurent de Lavoisier (1743-1794), Solunum Sisteminde Oksijenin Rolünü Keşfetti.
William Harvey'nin 1628'de kan dolaşımı sistemini keşfinden ve Marcello Malpighi'nin 1661'de akciğerlerdeki kılcal damarları ve hava keseciklerini gözlemlemesinden sonra, bilim dünyası solunumun yaşamsal önemini kavrayarak bu alanda araştırmalara yöneldi. Fizik ve kimya bilimlerindeki gelişmeler, solunum fizyolojisinin oksijen tüketimi ve ısı üretimi açısından incelenmesine olanak tanıdı.
Bu dönemde, tıp ve kimya arasında bir köprü kuran İsviçreli hekim ve düşünür Paracelsus (Phillipus Theophratus Bombastus von Hohenheim, 1493-1541), canlılardaki süreçleri kimyasal terimlerle açıklama fikrini ortaya attı. Bu yaklaşım, daha sonra İatrokimya Okulu'nun temellerini oluşturdu. Bu okulun önemli temsilcilerinden biri olan Flaman bilim insanı Jan Baptist van Helmont (1577-1644), gazlar üzerine yaptığı çalışmalarla "gaz" terimini literatüre kazandırdı. Van Helmont, havanın akciğerlerden süzülerek geçtiğini ve akciğer hücrelerinin bir çeşit motor gücüne sahip olduğunu ileri sürdü.
1660 yılında İngiliz bilim insanı Robert Boyle (1627-1691), canlıların yaşamını sürdürmesi için havanın tamamına değil, sadece belirli bir bileşenine ihtiyaç duyduğunu keşfetti. Ancak dönemin çoğu bilim insanı, yanıcı maddelerin içinde bulunan ve yanma sırasında açığa çıktığı düşünülen hayali bir madde olan flogiston teorisine inanmaya devam etti.
John Mayow (1645-1679) ise yanma ve solunum sırasında açığa çıkan gazları izole etmeyi başardı. Havanın yalnızca bir kısmının yanma ve solunum için kullanıldığını fark ederek, bu kısma "nitro-aerial" parçacıklar adını verdi. Günümüzde bu parçacıkların oksijen olduğunu biliyoruz.
1669'da İngiliz hekim Richard Lower (1631-1691), solunum fizyolojisi alanında çığır açan deneyler gerçekleştirdi. Arteriyel ve venöz kan arasındaki renk farkını inceleyerek, kanın akciğerlerden geçerken solunan havayla karıştığını gözlemledi.
Ancak modern solunum teorisinin tamamlanması, 18. yüzyılda kimyasal elementlerin keşfiyle mümkün oldu. Joseph Black karbondioksiti, Henry Cavendish hidrojeni, Daniel Rutherford azotu ve Joseph Priestley oksijeni keşfetti. Bu keşifler, Antoine-Laurent de Lavoisier'nin (1743-1794) çığır açan çalışmalarına zemin hazırladı.
Lavoisier'nin solunum sisteminde oksijenin rolünü keşfetme süreci, 1770'lerin sonlarında ve 1780'lerin başlarında gerçekleşti. Bu süreç, bir dizi önemli deney ile aşamalı olarak ilerledi ve kanıtlandı.
Ne yazık ki Fransız Devrimi sırasında, eski rejimle bağlantılı olduğu gerekçesiyle diğer vergi tahsildarlarıyla birlikte tutuklandı. 8 Mayıs 1794'te giyotinle idam edildi. Rivayete göre, deneylerini tamamlamak için geçici bir erteleme istediğinde, yargıç "Cumhuriyet'in bilim adamlarına ihtiyacı yok" diye cevap verdi. Lavoisier'nin trajik sonu, bilim dünyası için büyük bir kayıp oldu, ancak solunum fizyolojisine yaptığı katkılar kalıcı oldu.
Eski Yunan filozofu Anaksagoras'ın "Hiçbir şey doğmaz ve yok olmaz, sadece var olan şeyler birleşir ve ayrılır" şeklindeki ifadesinden uyarladığı "Rien ne se perd, rien ne se crée, tout se transforme" (Hiçbir şey kaybolmaz, hiçbir şey yaratılmaz, her şey dönüşür) Lavoisier'e atfedilen sözüyle dolaşım sisteminin tarihçesi hakkındaki bilgi paylaşımımızın sonuna ulaştık. Sırada pulmoner hipertansiyonun tarihçesine birlikte bakacağız.
Yazan: Kamil Hamidullah
Oluşturma Tarihi: Kamil Hamidullah / EKİM 2018
Önceki güncelleme: Kamil Hamidullah / AĞUSTOS 2024
Son güncelleme: Kamil Hamidullah / EYLÜL 2024
#PulmonerHipertansiyon #DolaşımSistemi #PAHSSc