Eisenmenger sendromu (ES), pulmoner (akciğer) arterlerindeki basıncın yüksek olduğu ve akciğerlerde kan akışına karşı direncin artmasına neden olan, nadir rastlanılan bir doğuştan kalp hastalığı türüdür.
Konjenital demek, doğuştan gelen anlamına gelir. ES nadir bir hastalık olduğu için, bunu her doktorun bildiğini düşünmek büyük hata olur. En çok hasta görmüş, deneyimli ve sonuç olarak bütün vücudu etkileyen bir hastalık olduğu için multidisipliner yani birden fazla klinikle birlikte, beraber eşgüdüm içerisinde takiplerinizi yapıp hastalığınızı yönetebilecek hastanelerde takip edilmeniz, hayati öneme haizdir.
Kalp, anne karnındayken farklı bir şekilde çalışır. Bebek doğmadan önce, kalbin iki üst bölmesi arasında, Patent Foramen Ovale (PFO) ya da Atrial Septal Defekt (ASD) olarak bilinen bir açıklık bulunur. Bu açıklık sayesinde, henüz çalışmayan akciğerlere gitmesi gerekmeyen kan, doğrudan sol atriyumdan sağ atriyuma geçer. Bebek doğduğunda ve ağlamaya başladığında, akciğerler hava ile dolmaya başlar ve kanın akış yönü değişir; temiz kan akciğerlerden sol atriyuma, kirli kan ise sağ atriyuma gider. Normal şartlarda, bu yeni dolaşım düzeni ile kalpteki açıklık kapanır.
Ancak, bu açıklık bazen kapanmaz ve ya kalpte ek delikler varsa, doğumdan sonra değişen basınç koşulları nedeniyle, temiz kan yanlışlıkla sol tarafa, büyük dolaşıma geçebilir. Uzun vadede, bu durum akciğer damarlarında yüksek basınca ve sonrasında damarların kalınlaşmasına yol açabilir. Bu, kalbin sağ tarafındaki basıncın artmasına ve sonuç olarak kanın şiddetlenerek, daha fazla sol tarafa geçmesine neden olur. Eğer bu kan oksijenlenmemişse, hastanın dudakları ve parmak uçları morarmaya başlar.
Tıptaki ilerlemeler, doğuştan kalp hastalıklarına (Konjenital kalp hastalığı; KKH) sahip çocuklarda eisenmenger sendromu gelişmeden kalbin onarılması imkanını tanımasıyla birlikte ES rastlanma sıklığı daha da düşmüştür. 1950'ler de Dr. Paul Wood'un her 1.000 KKH'lı hastanın %8' inde tespit ettiği ES'li hasta sayısı, günümüzde Avrupa Kalp Araştırmasına göre 4.110 erişkin KKH'nın %5,7'sine gerilemiştir. Down sendromu sıklıkla (% 40'a kadar) doğuştan kalp kusurlarıyla ilişkilidir. Eisenmenger sendromlu hastalar arasında Down sendromu sıklığı bir çalışmada % 13 olarak tespit edilmiştir. Belçika'da yapılan araştırma, ES'in toplumda görülme sıklığını milyonda 2 kişi ve ES popülasyonunun %45'in de down sendromlu hastalardan oluştuğunu ortaya koymuştur.
Ülkemizde her 5 evlilikten 1'i akraba evliliği olduğundan, ES görülme sıklığı daha yüksektir. Kesin bir tedavisi olmamakla birlikte, hastalığın ilerlemesini durduran veya yavaşlatan medikal tedaviler bulunmaktadır. Medikal tedaviler fayda etmediğinde, uygun hastalarda akciğer nakli yapılabilir. Ancak, ülkemizde kalp-akciğer ve 14 yaş altındaki çocuklara akciğer nakli yapılmamaktadır.
Tarihte bu sendromu ilk kez 1897'yılında Dr. Victor Eisenmenger (1864–1932) rapor etti. 60 yıl sonra, 1958'de Dr. Paul Hamilton Wood (1907-1962), bu sendromu tanımlayarak, adına "Eisenmenger sendromu" dedi.
Normal bir kalp nasıl çalışır?
Eisenmenger sendromunun ne olduğunu anlamak için normal kalbin nasıl çalıştığını bilmek yardımcı olur (aşağıdaki şemaya bakın). Kalp bir pompadır. Dört bölümden oluşur: iki ayrı toplama odası (atrium (kulakçık)) ve iki ayrı pompalama odası (ventriküller (karıncık)).
Makaleyi okurken karşılaştığınız bilemediğiniz tıbbi bilgiler için lütfen sizin için hazırladığımız, özet bilgiler için "SÖZLÜK veya ayrıntılı bilgiler içim "Pulmoner Hipertansiyonda Yer Alan Aktörler" bölümümüzü tıklayarak inceleyiniz.
Kalbin sağ tarafı, oksijenin eklendiği akciğerlere oksijenden fakir (mavi) kan pompalar. Sol kalp, akciğerlerden oksijen bakımından zengin (kırmızı) kan alır ve bu kanı vücudun geri kalanına pompalar.
Kalbin sol tarafındaki kan basıncı, kalbin sağ tarafına göre en az üç kat daha yüksektir.Kalbin sol tarafı bütün vücuda kan pomplarken, sağ tarafı ise kanı oksijenlendirmek üzere yanı başındaki akciğere kanı pompalar. Çok fazla güce ihtiyaç duymaz.
Eisenmenger sendromu nedir?
Eisenmenger sendromlu hastalar aşağıdakilere sahiptir:
Eisenmenger sendromunun nasıl oluşur?
Kalbin sol ve sağ tarafı arasında büyük bir delik/ulaşım olduğunda, sol taraftaki daha yüksek basınç, oksijen açısından zengin (kırmızı) kanı delikten/ulaşımdan kalbin sağ tarafına iter.
Bu da, kalbin sağ tarafındaki kan basıncının, kalbin sol tarafı gibi yüksek olmasına neden olur. Bu durum, pulmoner hipertansiyon olarak bilinir.
Delik / ulaşım onarılmazsa, kalbin sağ tarafındaki yüksek tansiyon, kişi yaşlandıkça akciğerlerdeki arterlere (damarlara) zarar verir.
Sonunda yüksek basınç altında hasarlı akciğerler, arterlerdeki, oksijensiz (mavi) kanı geriye doğru itmeye başlar ve kan akış yönünü delikten tersine doğru çevirir. Bu kısır döngü, geri dönüşü olmayan bir duruma yol açar ve bu durum artık Eisenmenger sendromu olarak adlandırılır. Kanın tamamı, sağ taraftan doğrudan akciğerlere oksijenlenmek üzere gönderilemez; kirli kan önce kalbin sol tarafına geçer, sonra da vücudun geneline pompalanır. Bu durum, kanın yeterince oksijenlenmemesi sonucunda kişinin cilt ve mukozalarında mavi bir renk (siyanoz) almasına neden olur.
Eisenmenger sendromunun nedenleri?
1- Ventriküler Septal Defekt (VSD)
Sağ Karıncıktan (ventrikül) sol karıncığa geçişe neden olan bir delik var.
2- Atriyal Septal Defekt (ASD)
Sağ kulakçıktan (atrium), sol kulakçığa geçişe neden olan bir delik var.
3- Atriyoventriküler Septal Defekt (AVSD)
Hem sağ atriumda hem de sol ventrikülde sol tarafa geçişe neden olan bir delik var.
4- Patent Duktus Arteriyozus (PDA)
Pulmoner arter ile aort arasında geçisi sağlayan bir birleşme (damar) var.
5- Karmaşık konjenital kalp rahatsızlıkları
Akciğerlere daha yüksek kan akışına yol açan diğer çeşitli kalp rahatsızlıkları.
Tüm bu koşullar, kalbinizde bir yerde bir delik veya kalbinizden uzaklaşan arterler arasında ulaşım olduğu anlamına gelir. Bu, yukarıda belirtildiği gibi kırmızı ve mavi kanın, akciğerlere oksijenlenmek üzere gidemeden karışmasına neden olur ve bu da akciğer arterlerinize zarar verir.
Eisenmenger sendromunun belirtileri ve belirtileri nelerdir?
genellikle;
Nasıl tanı konur?
Doktorunuz tanı koymak ve hastalığınızın ne kadar şiddetli olduğunu daha iyi anlamak için aşağıdaki testleri yaptıracaktır:
Hangi tedaviler mevcuttur?
Eisenmenger sendromunun (ES) kesin tedavisi yoktur. Akciğer arterlerinizdeki kan basıncını düşürmek amaçlanmaktadır. Bu tedavi, aktif olduğunuzda size daha iyi oksijen seviyeleri, daha fazla enerji ve daha fazla dayanıklılık sağlamaya yardımcı olabilir. ES nadir rastlanılan bir hastalık olduğu için durumunuzun mutlaka çok hasta görmüş, deneyimli ve bütün vücudu etkilediği için birden fazla klinikle hastalığınızı takip eden bir merkez tarafından değerlendirilip, hastalığınızın yönetilmesi hayati öneme haizdir.
Durumunuz için aşağıdaki tedavi yöntemlerinden herhangi birine veya tümüne ihtiyacınız olabilir:
Olası karşılaşılabilecek sorunlar (komplikasyonlar) nelerdir?
Hangi belirtiler veya durumlar da endişelenmek gerekir?
Aşağıdakil belirtilernden herhangi biri için lütfen hemen doktorunuz bilgilendirin.
Gebelik
Hamilelik bir annenin kalbine ve akciğerlerine ek yük getireceğinden ,stenmeyen bir durumdur. Eisenmenger sendromu olan kadınlar hamile kalmamalıdır.
Eisenmenger sendromu olan bir kadının hamileliği hem anne hem de bebek için yüksek ölüm riski taşır ve sonuç olarak hamile kalmamanız şiddetle tavsiye edilir. Etkili doğum kontrolü bu nedenle çok önemlidir. Bu konuyu mutlaka PH merkezinde siz, takibinizi yöneten doktorunuz ile birlikte ES konusunda deneyimli kadın hastalıkları ve doğum uzmanı beraberce planlamanız gerekir. Kendi başınıza sakın hareket etmeyin.
Bununla birlikte hamile kalırsanız, bu durumu mutlaka en kısa zmanada doktorunuza bildirmeniz hayati öneme sahiptir.
Hastaneye yatırılırsanız önemli tavsiyeler
Mutlaka doktorunuz bu süreçten haberdar olmalı.
Dikkat edilmesi gereken diğer şeyler
NOT: https://err.ersjournals.com/content/21/126/328
Eisenmenger Sendromu'nun tarih boyunca gözlemlenebilir fiziksel bulguları, M.Ö. 400'lerden bu yana bazı kayıtlarda belirtilmiştir. 1
1- Hipokrat, (Hippocrates; MÖ. 460-355)
M.Ö. 400
Çomak parmak, tırnakların bombeleşmesi durumu olup, "Hipokratik parmaklar" olarak da bilinir çünkü bu durum ilk olarak Hipokrat (M.Ö. 460-370) tarafından tanımlanmıştır. Tırnak plağı ile tırnak kıvrımı arasındaki açının 180 derecenin üzerine çıkmasıyla ortaya çıkar, tırnağın normalden daha yuvarlak ve kubbeli bir görünüm kazanmasına neden olur. Genellikle her iki el ve ayakta görülse de, bazen sadece tek taraflı olabilir. 1
Tırnakların yatay ve dikey eğimlerinin artmasıyla tırnaklar saat camına benzer bir konveks görünüm kazanması, çomak parmak belirtisinin gözle görülür bir özelliğidir. Ayrıca, tırnak kenarındaki yumuşak dokuda da kalınlaşma ve şişme mevcuttur. Çomak parmak, genellikle kalp ve akciğer hastalıkları gibi çeşitli sağlık sorunlarıyla ilişkilendirilir yani herhangi bir hastalığın özgün belirtisi değildir. Örneğin vücuttaki oksijenlenmenin düşük olduğunun bir göstergesi olabilir. 2
Bu nedenle, pek çok hastalığın tarihsel seyrinde bu belirtiyi ilk kez tanımlayan Hipokrat'ın zamanında benzer bir vakayla karşılaşmış olabileceği düşünülerek, ona saygı niteliğinde ilk atıf Hipokrat'a yapılır.
Eisenmenger sendromlu hastalarda sık görülen çomak parmak bulgusu, hastalığın tarihsel kökenlerinde, Hipokrat'ın zamanında da benzer bir vakayla karşılaşılmış olabileceğini düşündürmektedir. Bu durum, antik çağlardan günümüze kadar uzanan tıbbi gözlemlerin sürekliliğini ve evrensel niteliğini vurgulamaktadır. Tıp tarihinde, Hipokrat gibi öncülerin gözlemleri, modern tıbbın temellerini oluşturmuş ve çeşitli hastalıkların tanı ve tedavisinde yol gösterici olmuştur. 1
2- Galen, (Claudius Galenus; M.S. 129-216)
M.S. 200 Galen'e göre, Eisenmenger sendromu olmayanların hayati riski vardı!
Galen (M.S. 129-216), eski çağların önemli bir hekimi ve bilim insanıydı. Kendinden önceki bilim insanlarının aksine, kan damarlarının hava değil kan taşıdığını biliyordu. Galen, iki tür kan olduğunu fark etmişti:
1. Venöz kan (koyu kırmızı renkte)
2. Arteriyel kan (daha parlak ve ince kıvamda)
Bu iki kan türünün farklı görevleri olduğunu düşünüyordu. Ancak, eski bilgilere fazla bağlı kaldığı için bazı yanlış sonuçlara da ulaştı:
- Venöz kanın (kirli kan) karaciğer tarafından üretilip pompalandığını düşündü.
- Arteriyel kanın (temiz kan) kalpten kaynaklandığına inandı.
- Kanın, kalbin sol ve sağ tarafları arasında görünmez gözeneklerden geçtiğini sanıyordu.
- Kalbin kulakçıklarını (atriumları) kalbin bir parçası olarak görmüyordu.
Galen, "pneuma" adını verdiği bir tür ruh ya da yaşam enerjisinin varlığına inanıyordu. Ona göre:
- Büyüme ve enerji, karaciğerde oluşan venöz kandan geliyordu. Bu kan, sindirim sisteminde emilen besinlerden (kilüs adı verilen sıvıdan) oluşuyordu.
- Arteriyel kan ise canlılık veriyordu ve kalpten kaynaklanıyordu. Bu kan, pneuma (hava ve ruh) içeriyordu.
Galen'in diğer bazı fikirleri şöyleydi:
- Kan, karaciğer ve kalpten vücudun her yerine akıyor, ama geri dönmüyordu.
- Kalp kanı pompalamıyor, aksine genişleme (diyastol) sırasında kanı emiyordu.
- Kan, atardamarların kendi nabız atışlarıyla hareket ediyordu.
- Arteriyel kan, venöz kanın kalp odacıkları arasındaki duvardaki (interventriküler septum) gözeneklerden geçmesiyle oluşuyordu.
- Hava, akciğerlerden pulmoner arter yoluyla kalbin sol tarafına geçiyordu.
- Arteriyel kan oluşurken "isli" (duman rengi) buharlar ortaya çıkıyor ve bunlar akciğerlere giderek dışarı atılıyordu.
Bu fikirler günümüz tıp bilgilerine göre yanlış olsa da, Galen'in çalışmaları 1500 yıl boyunca sorgulanmadan kabul edilmiş ve "Galen dediyse doğrudur" anlayışıyla tıp bilimine yön vermiştir. 23,24
Bu bilgiler ışığında şunu söyleyebiliriz:
Galen'in tanımladığı dolaşım sistemine göre, kalpte havanın kana karışması için deliklerin olması gerekiyordu. Galen'e göre, herkes doğal olarak Eisenmenger sendromuna sahipti ve bu durum normaldi.
Galen'e göre, Eisenmenger sendromu olmayanların hayati riski vardı, dolayısıyla kalplerinde delik olmayanların kanlarına hava karışabilmesi için kalplerine delik açılması gerektiğini ileri sürebiliriz. Eğer Galen'in yanına gidip "Kalbimde delik var, Eisenmenger sendromum var, doktorlar tedavi olmazsam öleceğimi söylediler, çok ciddi bir hastalığım var" demiş olsaydınız, muhtemelen sizi havanıyla kovalardı.
3- Dr. Victor Eisenmenger (29.01.1864-11.12.1932)
1897
Victor Eisenmenger, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun taht varisi Arşidük Franz Ferdinand (1863-1914)'ın 1895 ile 1914 yılları arasında kişisel doktoru olmasının ve tanımladığı kardiyovasküler anormalliklerin dışında tıbbi literatürde Eisenmenger hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır. 1931'de yayımladığı "Archduke Francis Ferdinand" adlı hatıratı, onun yaşamı ve çalışmaları hakkında daha fazla bilgi edinmemizi sağlar.
Eisenmenger, sanat ve doğa bilimlerine ilgi duyuyordu, ancak kendi ifadesiyle, "Sanat alanında bir kariyer yapmama ve doğa bilimleri üzerinde çalışmama izin verilmedi, çünkü yeteneklerim yeterince belirgin değildi ve hayatımı mümkün olan en kısa sürede kazanmak zorundaydım. Bu yüzden tıp okumaya karar verdim" dedi. Babasının örneğinden etkilendiği düşünülerek, Eisenmenger akademik alana yönelmiştir. 2
Eisenmenger, sağlığının zayıf olması nedeniyle sürekli hastalıklarla mücadele ediyordu; bu yüzden klinikte çalışmaya devam etmek onun için fiziksel olarak zorlayıcı oluyordu. Bunun üzerine, hocası Von Schrötter, Eisenmenger için daha hafif bir görev olacağını düşündüğü, akciğer tüberkülozu nedeniyle hasta olan Avusturya-Macaristan tahtının varisi Erzherzog Franz Ferdinand'ın şahsi hekimi olmasını Habsburg kraliyet ailesine tavsiye etti. 2
Eisenmenger, sağlığı nedeniyle klinikte fiziksel olarak çalışmasını sınırlanmasına, "Hırslı planlarım böylece yok edildi" diyerek bu güne not düşer. 2
Victor Eisenmenger, 1893 ile 1902 yılları arasında ağız ve farinks tümörleri, psödo-lösemi ve kardiyovasküler bozukluklar hakkında sekiz makale yayımlamıştır; bunlardan sonuncusu, sonradan Eisenmenger Sendromu olarak adlandırılacak raporu içermektedir. 3
Böylece, Eisenmenger 1895 yılında, Bohemya'daki Chlumetz Kalesi'nde Ferdinand'ın saray doktoru olmak üzere yola çıktı. Eisenmenger, Ferdinand'la olan ilişkisini Arşidük Franz Ferdinand ve eşi Prenses Sophie Chotek (1968-1914) 13'in 28 Haziran 1914'te sabah saat 11.00 14 civarında Saraybosnalı Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip (1894-1918) tarafından gerçekleştirilen suikastlarına kadar sürdürecekti. Bu olayın ardından bir ay geçtikten sonra, 28 Temmuz 1914'te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu,suikastı gerekçe göstererek Sırbistan'a savaş ilan etmesiyle Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasına yol açacaktı. Eisenmenger, Ferdinand ile aralarında gerçek bir dostluğun olmadığını, özellikle ilk iki yıl boyunca kararlılık ve inatla devam eden bir mücadele içinde olduklarını, başarının değişken olduğunu, ancak genel olarak şanslı olduklarını, Ferdinand'ın kendisine güvendiğini ama bunun için ona minnettar olmadığını belirtir. Hatıratında, "Onunla hiç tanışmamış olsaydım, kariyerim daha iyi olurdu ve son yıllarım daha keyifli geçerdi" diyerek not düşer. 2
Kibirli, huysuz ve psikolojik ve duygusal sorunlarıyla bilinen Arşidük'e karşı üstesinden gelmesi kolay olmayan görevini, şu sözleriyle ustaca yönetti: "Arşidük Franz'a emir vermek ya da bir şeyi yasaklamak benim görevim değildir. Emreden ya da yasaklayan hastalıktır. Ben sadece bir tercümanım." Bu sözler, onun süreci nasıl kıvrak zekasıyla yönettiğini gösteriyor. 3
Eisenmenger'in, akademik kariyer hayalleri, bir kamu hastanesinde başhekimlik veya üniversitede tıp hocalığı gibi tıp alanındaki kariyer hedefleri, kraliyet görevi nedeniyle gerçekleşmese de, özel pratiğinden elde ettiği ekonomik başarıyla biraz teselli bulmuştur. 3
"Yoruldum ve mücadeleyi bıraktım. Zamanla edindiğim oldukça iyi bir özel pratiğim, akademik hayallerimden vazgeçişim için kısmen bana bir ölçüde tazminat sağladı... " diyerek not düşer. 3
Tıbbi görüntüleme teknolojilerinin gelişimi, 1950'lerden önce şüpheli hastalıkların tanısının çoğunlukla otopsi ile konulduğu bir dönemden, hastalıkların canlı vücutta tanımlanmasını ve tedavi edilmesini mümkün kılan bir çağa geçişi işaret eder. Bu teknolojilerin geliştirilmesi özellikle İkinci Dünya Savaşı'nın ardından hız kazandı ve hastalıkların daha etkin bir şekilde tanımlanmasını ve tedavi edilmesini mümkün kıldı.
Örneğin;
Eisenmenger, hatıralarında, Arşidük ile geçirdiği zamanlara ve deneyimlerine dair birçok anekdot sunmasına rağmen, , kendi araştırmalarından hiç bahsetmemiştir. Ona ölümünden sonra şöhret getirecek olan edebi çalışmasını 1897'de Berlin'de yayımlandı. Bu da Arşidük'ün hizmetine başladığından yaklaşık 2 yıl sonra gerçekleşti. Eisenmenger, çoğunlukla sarayda bile ikamet etmeyen kraliyet ailesinin yoğun temposu nedeniyle, çalışmasının çoğunu zaten yapmış olmalıydı. Muhtemelen Eisenmenger, raporunu sadece bulduğu boş vakitlerde yazmış olmalı. 2
Sir William Osler'in öğrencisi ünlü bir patolog Maude E Abbott (1869 to 1940), 1927'de, 3'ü kendi vakası olmak üzere 8 vaka üzerinde çalışarak Eisenmenger kompleksi'ni tanımladı ve bu terimi yaygınlaştırdı. Abbott, pediatrik kardiyoloji literatüründe sıkça kullanılan bu terimi kullanarak doğuştan kalp hastalıkları üzerine yaptığı çalışmalarda öncü oldu. 2,12 Eisenmenger Kompleksi'nin ayrıntılarının anlaşılmasıyla birlikte, Eisenmenger'in adı artık başlangıçta tanımlanan anatomik kusurlarla değil, bu kusurun neden olduğu fizyolojik değişikliklerle ilişkilendirilmeye başlandı. İronik olan, Eisenmenger'in bu kusurun fizyolojisi hakkında çok az şey söylemiş olması ve söylediklerinin hatalı olmasıydı.
Peter Robert Fleming (1924-2002), Victor Eisenmenger'ın hastasındaki siyanozu (cildinin mavi renk almasını) anlayamadığını ve 32 yaşındaki hastasında çocukluktan beri mevcut olduğunu belirtti. Pulmoner daralma olmaksızın sağdan sola şant (kalbin içerisinde ters kan akışı) olduğuna inanamadı ve siyanozun nedenini sistemik venöz sıkışma olarak öne sürmek zorunda kaldı. Açıkça, pulmoner arterdeki basınç artışının ve dolayısıyla sağ karıncıkta ciddi bir komplikasyon olarak kabul edilen septal defektlerin (kalp duvarındaki deliklerden) sağdan sola şant oluşturarak siyanoza yol açtığını anlamamıştır. 2
1966 yılında tıpta damarlarda balon yeniliğini kazandırmasıyla girişimsel kardiyorlojinin babası olarak adlandırılan William J. Rashkind (1922-1986), Eisenmenger'in tek bir hastasının pulmoner vasküler sorunlarına dair incelemesinin yalnızca ana pulmoner arterin ve onun ana dallarının kaba bir muayenesini içerdiğini belirtmiş. Eisenmenger, pulmoner arter basıncı, pulmoner hipertansiyon veya pulmoner arteriyoller hastalığı gibi konuları tartışmamıştır. Onun dikkati, "Hafifçe genişlemiş pulmoner arterin iç yüzeyinde, damarın ana dallarına devam eden endarteritik (atardamar duvarının iç tabakasının iltihabı nedeniyle) kalınlaşma" gözlemiyle sınırlı kalmıştır. Rashkind'e göre, Eisenmenger'in asıl tanınması gereken çalışması, 1898 yılındaki çalışmasından aortun üstünde binme (reiten) mekanizmasının çok daha değerli analizidir. 2,15,16
Kulak Burun Boğaz doktoru Eisenmenger'in 1897'de rapor ettiği yeni kalp hastalığına ilişkin açıklamaları, göz doktoru John Dalrymple'ın (1804-1852) 1847'de yayımlanan çalışmasında ilk kez ventrikül septum defektinin (VSD) anatomik bulgularını rapor etmiş olabileceği iddiasının ortaya çıkmasıyla biraz gölgelenmiştir. "Bir hastada Aortun kökünün iki ventrikül arasında ortak bir açıklığa sahip olduğu hastalıklı bir kalp (A Diseased Heart in which the root of the Aorta had an opening common to the two ventricles)" başlığı altında, Dalrymple, 25 yaşındaki narin bir kadının otopsi incelemesini anlatmış ve "aort kökünün, iki ventrikül arasında bir altı peni büyüklüğünde bir açıklıkla açıldığını" belirtmiştir. 2
4- Dr. Paul Hamilton Wood (1907-1962)
1958
1897 yılında ilk kez raporlanan Eisenmenger sendromunu, 60 yıl sonra tanımladı.
Dr. Paul Hamilton Wood (1907-1962), kardiyoloji alanında önemli çalışmalar yapmış bir İngiliz hekimiydi. Eisenmenger sendromu ve primer pulmoner hipertansiyon üzerine yürüttüğü araştırmalar ve yaptığı açıklamalar, bu hastalıkların anlaşılmasına büyük katkılar sağlamıştır.
Eisenmenger Sendromu, ilk olarak 1897 yılında Viyanalı doktor Victor Eisenmenger tarafından rapor edildi. Ancak, bu durumun patofizyolojisi hakkında altmış yıl boyunca çok az bilgi edinildi. 1950'lerde durum değişti ve 1951 yılında Dr. Paul Wood, Eisenmenger Sendromu veya ters şant ile ilişkili pulmoner hipertansiyonun patofizyolojisine ilk kez atıfta bulunmuştur. Daha sonra 1958'de Wood, Eisenmenger Sendromu'nu "yüksek pulmoner vasküler direnç nedeniyle pulmoner hipertansiyon ile ters veya çift yönlü şant olan aorto-pulmoner, ventriküler veya atriyal seviyede" olarak yeniden tanımladı. Bu tanım, hastalığın daha iyi anlaşılmasını sağladı ve tıp alanında önemli bir ilerlemeye yol açtı.
Dr. Paul Wood, çalışmalarında Eisenmenger Sendromu'nun konjenital kalp defektlerine bağlı olarak gelişen bir tür sekonder pulmoner hipertansiyon olduğunu ortaya koymuştur. Wood'un önemli bir bulgusu, primer pulmoner hipertansiyon (PPH) için geliştirilebilecek tedavi seçeneklerinin Eisenmenger Sendromu için de uygun olabileceği yönündeydi. Bu öngörü, daha sonraki yıllarda her iki durum için de benzer ilaç tedavilerinin geliştirilmesine ve tedavi stratejilerinin ilerlemesine katkı sağlamıştır. 17 Bu bağlamda PAH için geliştirilen spesifik ilaç tedavileri, 1995 yılından itibaren FDA onayını alarak hastaların kullanımına sunulmaya başlanmıştır.
Ayrıca Dr. Wood, Literatürde terminoloji açısından önemli bir iyileştirme yapmıştır. "Eisenmenger kompleksi" terimi yerine "Eisenmenger sendromu" teriminin kullanılması gerektiğini ileri sürmüştür. Bu öneri, hastalığın daha geniş bir spektrumda ele alınmasını sağlamış ve terminolojide birlik oluşturmuştur. 17
Eisenmenger kompleksi ve Eisenmenger sendromu, her ikisi de konjenital kalp hastalıkları ile ilişkili terimlerdir ve sıklıkla birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Ancak, modern tıp literatüründe bu iki durum arasında önemli farklar bulunmaktadır.
Eisenmenger kompleksi: Bir veya daha fazla doğuştan kalp anomalisi olan bir hastalık grubunu ifade eder. Bu anomaliler arasında ventriküler septal defekt (VSD), atriyal septal defekt (ASD), patent duktus arteriyozus (PDA) gibi defektler bulunur. Bu hastalıklar, normalde sağdan sola olan kan akışının tersine dönmesine (sağdan sola şant) neden olan pulmoner arteriyal hipertansiyona yol açar. Bu durumda, yüksek pulmoner vasküler direnç, akciğerlerdeki kanın aşırı basıncını arttırır ve sağ kalbin sol kalbe kan pompalamasını zorlaştırır. Akciğer damarlarında hasar henüz oluşmadığı için geri dönüş şansı bulunur. Uygun hastalarda ameliyatla kalpteki deliklere müdahalede bulunulur.
Eisenmenger sendromu, Eisenmenger kompleksinin ilerlemiş bir formunu ifade eder ve genellikle sağdan sola şantın tersine dönmesiyle karakterize edilir. Bu ters şant, oksijenden fakir kanın sistemik dolaşıma geçmesine ve çeşitli organlara zarar vermesine neden olur. Sendrom, ciddi pulmoner hipertansiyon ve kalbin sağ tarafındaki yüksek basınç nedeniyle ortaya çıkar. Akciğerlerdeki damarlarda hasarlanma meydana geldiği için ortaya çıkan akciğer yüksek tansiyon nedeniyle kalp kanı pompalarken kan, kalpteki deliklerden akciğer ulaşamadan büyük dolaşıma geri katılır.
İyi ki sanat ve doğa bilimleriyle uğraşmak yerine doktor olmaya karar veren Eisenmenger için Dedektif Doktor Dr. W. Clyde Partin'in "Eisenmenger'ın Eponimik Anısının Gelişimi" adlı makalesinde, Eisenmenger'in, Viyana'daki bir kulak burun boğaz kliniğinde, dönemin tanınmış hekimlerinden von Schrötter'in yanında çalışırken, kardiyoloji alanında açıkça uzmanlık eğitimi almamış olmasına rağmen bu çalışmayı kaleme alması insanları hayrete düşürdüğünü belirtiyor. 2 Bu başarı, Eisenmenger'ın dikkati, araştırmacı kişiliği ve olağanüstü yeteneğiyle ilişkilendiriliyor.
5- Dr. Bruce A. Reitz - Tarihte İlk Başarılı Kalp-Akciğer Nakli (HLTx)
1981 - Eisenmenger İçin İlk Tedavi Seçeneği Cerrahiden Geldi
Eisenmenger Sendromu, hem kalbi hem de akciğerleri etkilediği için, eğer kalpte geri dönüşümsüz hasar meydana gelmişse, en uygun organ nakli seçeneği kalp ve akciğerin birlikte nakledilmesidir. 9 Mart 1981 tarihinde, Dr. Bruce Reitz liderliğindeki Stanford ekibi, 45 yaşındaki Primer Pulmoner Hipertansiyon (iPAH) hastası Mary Gohlke’ye, tıp tarihinde bir dönüm noktası olan ilk başarılı kalp-akciğer naklini gerçekleştirdi. Bu tarihi operasyon, Eisenmenger Sendromu gibi karmaşık durumlar için yeni tedavi yollarının kapısını aralamıştır. 27,45
Cerrahlar, organ nakli sonrasında vücudun yeni organı reddetmesi sorunuyla karşı karşıya kalıyordu ve ellerinde güçlü bir immünsupresif (bağışıklık baskılayıcı) tedavi yoktu. Ancak, İsviçreli farmakolog Hartmann F. Stähelin'in 28 31 Ocak 1972'de bağışıklık baskılayıcı etkisini keşfettiği Siklosporin, 26 ABD Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) tarafından 14 Kasım 1983 yılında organ nakli için onaylanan ilk bağışıklık baskılayıcı ilaç oldu. Bu, organ nakli alanında yeni bir çağın başlangıcını temsil ediyordu, çünkü bu ilaç sayesinde vücudun nakledilen organı reddetme riski önemli ölçüde azaldı.
Dr. Magdi Habib Yacoub’un Başarılı Kalp-Akciğer Nakliyle Andrew Whitby, 32 Yıllık Sağkalımla Guinness Rekorunu Kırdı - (HLTx)
25 Şubat 1985'te İngiliz cerrah Magdi Yacoub, Andrew Whitby (1964-2017) üzerinde başarılı bir kalp ve akciğer nakli gerçekleştirdi. Bu operasyon, Whitby'nin 32 yıl yaşamasıyla Guinness Rekorlar Kitabı'na en uzun süre yaşayan kalp-akciğer nakli hastası olarak geçti. 29 Whitby'nin sağkalımı, organ bağışının hayat değiştiren etkisini kanıtladı. Harefield Hastanesi Organ Nakli Direktörü Andre Simon, bu başarının organ bağışının ne kadar anlamlı ve dönüştürücü olabileceğini gösterdiğini belirtti.
Türkiye'de akciğer nakli, dünyadaki ilk başarılı kalp-akciğer naklinden 17 yıl sonra 1998 yılında Dr. Öztekin Oto liderliğindeki ekip tarafından Dokuz Eylül Üniversitesi'nde çocuk hastalarda kalp-akciğer nakliyle başlatıldı, , ancak hastalarda uzun süreli sağkalım yakalanamayınca nakiller durdu. 30
6- Pulmoner Hipertansiyon Hasta Dayanışma Grubu Kuruldu - PHA-Turkey
1991 Şamil Hamidullah Önderliğinde
1991 yılında Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon (PAH) tanısı konulan Şamil Hamidullah, diğer hastaların benzer sıkıntıları yaşamaması, erken tanı ve doğru tedaviye erişim sağlanması, toplumda bu hastalık hakkında bilinç oluşturulması ve doğru bilgilerin yayılması amacıyla, Hamidullah ailesinin desteğiyle Ankara'da Pulmoner Hipertansiyon Hasta Dayanışma Grubu'nu kurmuştur. 1997 yılında grup, Amerikan Pulmoner Hipertansiyon Hasta Derneği'ne (PHA) üye olarak adını PHA-Turkey olarak değiştirdi. Bu değişiklik, Türkiye'nin global yardımlaşmada yerini belirginleştirmeyi amaçlıyordu.
1991 ile 2008 yılları arasında Pulmoner Hipertansiyon Hasta Dayanışma Grubu (PHA-Turkey) 2008 yılında dernekleşip kurumsal kimlik kazanana kadar PAH, Eisenmenger, ve Skleroderma hastaları ile ailelerine doğru ve güncel tedavi bilgilerine erişim sağlamak, toplumda farkındalık yaratmak ve tedaviye erişim konusunda destek olmak için çalışmalar yürüttü. Bu dönemde Türkiye'de son evre akciğer hastalıkları için akciğer veya kalp-akciğer nakli tedavilerine erişim imkânı bulunmuyordu. Bu durum, bu tedavilere ihtiyaç duyan hastalar için büyük bir çaresizlik yaratıyordu.
PHA-Turkey, Türkiye'de henüz onaylanmamış tedavilerin resmi olarak onaylanmasını ve ödeme kapsamına alınmasını sağlayarak tedaviye erişim konusunda önemli deneyimler kazanmıştır. Bu deneyimlerini kullanarak, ülkede uygulanan mevcut organ bağışı sisteminin yeterli çözüm sunamadığını tespit etmiş ve Avrupa'daki varsayılan onam sistemi modelini tanıtarak Türkiye'de bu sistemin kabul edilmesi için çalışmalar yürütmüştür.
Ayrıca PHA-Turkey, son evre akciğer hastalığı olan uygun bireyler için akciğer ve kalp-akciğer nakli tedavilerinin Türkiye'de etkin bir şekilde uygulanabilmesi ve bu tedavi seçeneklerinin ülkemizde de sunulabilmesi için çalışmalar yapmıştır. Bu faaliyetler Türkiye'de başlayana kadar, yurtdışındaki tedavi seçeneklerinin değerlendirilmesi konusunda da mücadele etmiştir.
Böylece PHA-Turkey, bu alanlarda çalışmalar yürüten Türkiye'nin tek sivil toplum kuruluşu olmuştur. Pulmoner Hipertansiyon Derneği'nin 2000 yılında kurulmasıyla birlikte, faaliyetlerini kurumsal bir kimlik altında sürdürmeye devam etmiştir.
7- PHA-Turkey, Dr. Özlem Özdemir Kumbasar önderliğinde Türkiye'nin Yurtdışı Merkezli İlk Akciğer Nakli Programını başlattı
2005 Dr. Kumbasar’ın Listesi (...Schindler'in Listesi...)
PHA-Turkey, Türkiye'de nadir görülen akciğer hastalıklarının tedavisi için önemli bir adım atmıştır. Dr. Özlem Özdemir Kumbasar'ın önderliğinde, ülkenin ilk yurtdışı merkezli akciğer nakli programını başlatmışlardır.
2005 yılında, PHA-Turkey'e bağlı bazı hastaların durumları kritik bir noktaya ulaşmıştı. Dr. Kumbasar'ın değerlendirmeleri sonucunda, bu hastalar için akciğer naklinin hayatta kalabilmek adına tek seçenek olduğu anlaşıldı. Ancak o dönemde Türkiye'de bu cerrahi işlem henüz uygulanmıyordu.
PHA-Turkey, daha önce yeni çıkan PAH tedavilerinin Türkiye'de onaylanması süreçlerinde edindiği deneyimi bu yeni zorluğa uyarladı. Dr. Kumbasar'ın liderliğinde, uluslararası bir ağ oluşturdular. Bu ağ, çatı dernekleri ve yurtdışından uzmanları (Dr. Ghofrani, Dr. Rubin, Dr. Bağ, Dr. Şenbaklavacı ve Dr. Avsar gibi) içeriyordu.
Ayrıca, 2004'te Viyana'da akciğer nakli geçiren Menderes Esat Seymen'in deneyiminden yararlanarak, Viyana Üniversitesi Akciğer Nakli Merkezi (VÜANM) ile iletişime geçtiler. Bu süreçte, hem Avusturya hem de Türkiye'deki sağlık ve sosyal güvenlik mevzuatları hakkında kapsamlı bilgi edindiler.
Yoğun çalışmalar ve müzakereler sonucunda, PHA-Turkey iki önemli anlaşmaya vardı: Viyana'da bir akciğer nakli programı ve Hannover'de bir kalp-akciğer nakli programı başlatılması. Bu anlaşmalar, Türk hastaların hayat kurtarıcı nakil operasyonlarına erişimini sağlayarak, ülkenin sağlık hizmetlerinde önemli bir ilerleme kaydedilmesine yol açtı.
Bu girişim, PHA-Turkey'nin sadece hasta hakları savunuculuğu yapmakla kalmayıp, aynı zamanda pratik çözümler üreterek hastaların yaşam kalitesini ve süresini artırmaya yönelik somut adımlar attığını göstermektedir.
Hasan Saruhan - Yabancı Merkezli Türkiye'nin İlk Kalp-Akciğer Nakli
2012 yılında, Pulmoner HipertansiyonDerneği'nin eski başkanlarından, 41 yaşındaki Eisenmenger sendromu hastası Hasan Saruhan (1971-2012), Hannover Tıp Fakültesi ile önceden oluşturulan kalp-akciğer nakli programı kapsamında Almanya'ya giderek Dr. Murat Avşar'a emanet edilen ilk Türk vatandaşı oldu. 28 Şubat 2012'de gerçekleştirilen kalp-akciğer nakli operasyonunun ardından, Saruhan'ın günlük antibiyotik kullanım alışkanlığına bağlı olarak gelişen ve antibiyotiklere direnç kazanan enfeksiyon nedeniyle maalesef 18 Mart'ta vefat etti.
Aynı yıl içinde, Eisenmenger sendromu hastası Nuray Aslanoğlu, 12 Ağustos 2012'de Hannover'de gerçekleştirilen kalp-akciğer nakliyle hayata tutunarak başarılı kalp akciğer nakli olan ilk Türk hasta oldu.
8- Türkiye'nin İlk Eisenmenger Sendromunu Hasta ve Yakını Bilgilendirme Programları Başladı
2001
Pulmoner Hipertansiyon Derneği (2008-2014)
Pulmoner Hipertansiyon Derneği, 2008 yılında Türkiye'de önemli bir adım atarak kurumsal bir kimlik kazandı. Öncesinde PHA-Turkey (Pulmoner Hipertansiyon Hasta Dayanışma Grubu) olarak faaliyet gösteren oluşum, bu değişimle birlikte daha geniş çaplı çalışmalar yürütmeye başladı.
Dernek, 2008-2014 yılları arasında özellikle üç büyük şehirde (Ankara, İstanbul ve İzmir) eş zamanlı eğitim faaliyetleri düzenleyerek ülke çapında etkisini artırdı. Bu dönemde, Türkiye'de ilk kez kurumsal düzeyde Eisenmenger Sendromu, Kronik Tromboembolik Pulmoner Hipertansiyon (KTEPH), Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon (PAH) ve Skleroderma gibi konularda hasta ve yakınlarına yönelik bilgilendirme toplantıları düzenlendi.
Bu önemli girişimin başarısında, alanında uzman dört doktorun katkısı büyük rol oynadı:
Bu uzmanların farklı kurumlardan gelmesi, derneğin faaliyetlerine geniş bir perspektif ve uzmanlık kazandırdı.
Sonuç olarak, Pulmoner Hipertansiyon Derneği, 2008-2014 yılları arasında Türkiye'de pulmoner hipertansiyon ve ilişkili hastalıklar konusunda farkındalık yaratma, hasta eğitimi ve destek hizmetleri sunma alanlarında öncü bir rol üstlendi. Dernek, ülkede bu alandaki önemli bir boşluğu doldurarak, hem hastaların hem de sağlık profesyonellerinin bilgi ve destek ihtiyaçlarını karşılamada kritik bir kaynak haline geldi.
Dr. Ahmet Karabacak (1971-2001)
Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde görev yapan 30 yaşındaki Dr. Ahmet Karabacak, 2000 yılında Pulmoner Arteriyel Hipertansiyon (PAH) tanısı aldı. Hem hasta deneyimi hem de tıbbi bilgiyi birleştiren eşsiz perspektifi sayesinde, "hasta dilinden anlayan bir hekim" olarak küresel çapta tanındı. Kısa sürede, Pulmoner Hipertansiyon Hasta Dayanışma Grubu olan PHA-Turkey'in önde gelen isimlerinden biri haline gelen Dr. Karabacak, Amerikan Pulmoner Hipertansiyon Derneği'nin hasta sohbet odasında dünya çapında hastalara yardım etmeye, bilgi ve deneyim paylaşımında bulunmaya başladı.
PHA-Turkey, Türkiye'nin ilk PAH ve Eisenmenger Sendromu hastaları ile yakınları için bilgilendirme toplantıları 2001 yılında düzenlemeye başladı.
Dr. Karabacak, tıbbi literatürü yakından takip ederek yeni tedavi yöntemlerini ülkemiz koşullarına uyarlamıştır. Treprostinil'e erişimin zor olduğu bir dönemde, Almanya'da kullanılan prostasiklin türevi iloprost'u subkutan tedaviye başarıyla adapte etmiştir. Bu yöntemi, FDA'nın Remodulin tedavisini onaylamasından bir yıl önce kendisine uygulayarak, Türkiye'deki PAH hastaları için yeni bir umut kaynağı haline getirmiştir.
Dr. Karabacak'ın çalışmaları ve kişisel deneyimi, PAH tedavisinde ve hasta bakımında önemli ilerlemelere yol açtı, Türkiye'de ve dünyada PAH farkındalığının artmasına katkıda bulundu.
9- Antonio Lucio Vivaldi (1678-1741)
Tarihte Eisenmenger Sendromu hastası olarak bilinen en ünlü kişi Vivaldi olabilir mi?
4 Mart 1678'de Venedik'te doğan Vivaldi'nin doğum belgesinde, "ölüm tehlikesi nedeniyle ebe tarafından evde vaftiz edildiği" ifadesi yer almaktadır. Daha sonra San Giovanni in Bragora kilisesinde resmi olarak vaftiz edilmiştir. Vivaldi'nin üç kız kardeşi ve iki erkek kardeşi vardı; ayrıca küçük yaşlarda ölen kardeşleri de bulunuyordu. Kardeşleri arasında sadece Vivaldi, kemancı olan babası Giovanni Battista Vivaldi'nin izinden gitmiştir. 21
1693 yılında ruhban sınıfına katılan Vivaldi, 1703'te rahip olarak atanmıştır. Ancak doğuştan gelen bir rahatsızlık nedeniyle, rahiplik görevlerini tam olarak yerine getirememiştir. 34 Kendi mektuplarından birinde belirttiğine göre, rahip olduktan yaklaşık bir yıl sonra üç kez ayini tamamlayamadan terk etmek zorunda kalmış ve bu nedenle ayin yapmayı bırakmıştır. 18
Danimarkalı müzikolog Peter Ryom tarafından oluşturulan Ryom Verzeichnis, ya da kısaca RV, Antonio Vivaldi'nin eserlerinin standart kataloğudur. Bu katalog, Vivaldi'nin müzikal mirasının genişliğini ve derinliğini gözler önüne seren yaklaşık 750 eseri içermektedir. 35 Vivaldi'nin müzikal yaşamı, bu eserlerin çeşitliliği ve zenginliğiyle ne kadar yoğun ve üretken geçtiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Onkolog ve müzisyen Profesör Giuseppe Gullo, hayranı olduğu Antonio Vivaldi'nin gizemli hastalığını, meslektaşı Dr. Hans-Jürg Suter'in Paul Klee'nin hastalığını araştırdığı gibi, araştırmaya başlamıştır.
Bu araştırmasında Dr. Suter, Klee'nin hastalığının gelişimini ve sanatı üzerindeki etkilerini incelemiştir. Sonuç olarak, Klee'nin büyük olasılıkla Diffüz Kütanöz Sistemik Skleroderma (dcSSc) adı verilen bir hastalıkla mücadele ettiğini tespit etmiştir. 20
Dr. Suter, bu bulgularını iki farklı çalışmada yayımlamıştır:
Hatırlarsanız, Paul H. Wood, Eisenmenger sendromunu 1958 yılında tanımlamıştır. Tıp alanındaki ilerlemelerle birlikte, bu tür hastalıkların anlaşılması ve tedavisi gelişmekte, literatür sürekli genişlemektedir.
Dr. Theodore Engel Woodward, 1940'lı yıllarda Maryland Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde öğrencilerine verdiği bir derste, nadir hastalıkların önemini vurgulamak için ilginç bir örnek kullanmıştır. Öğrencilerinden gözlerini kapatıp kırlarda olduklarını hayal etmelerini ve duydukları toynak seslerinin neye ait olabileceğini düşünmelerini istemiştir. Öğrenciler doğal olarak "at" cevabını verince, Dr. Woodward "Ya peki eğer ZEBRA ise?" diyerek onları şaşırtmış ve nadir durumları göz ardı etmemeleri gerektiğini hatırlatmıştır. 39
Bu olay sonrasında "zebra", tıp dünyasında nadir hastalıkları ifade eden bir metafor haline gelmiştir. "Zebrayı anımsa" deyimi, hekimlere ve tıp öğrencilerine sık görülen hastalıkların yanı sıra nadir durumları da akılda tutmaları gerektiğini hatırlatan popüler bir ifade olmuştur.
Dr. Giuseppe Gullo, Vivaldi'nin sağlık durumunu modern tıbbi bilgiler ışığında yeniden değerlendirirken, bu "zebra" metaforunu akılda tutmuştur. Hem onkoloji uzmanı hem de müzisyen olması, Dr. Gullo'ya bu araştırma için eşsiz bir bakış açısı sağlamış ve böylece tıp ile kültür arasında önemli bir bağlantı kurmasına olanak tanımıştır.
Bu çalışma, Vivaldi'nin müziğini ve yaşamını etkileyen sağlık koşullarını daha iyi anlamamıza yardımcı olmakla kalmayıp, müzik ve tıp arasındaki etkileşimi de gözler önüne sermektedir.
Bu tür retrospektif tıbbi araştırmalar, tarihsel figürlerin yaşamlarını aydınlatmanın yanı sıra, tıp tarihine ışık tutmakta ve günümüz tıbbına yeni bakış açıları kazandırmaktadır. Ayrıca, sürekli genişleyen tıbbi literatüre de katkıda bulunmaktadır.
1947 yılında kurulan ve 1978'den beri prestijli İtalyan kar amacı gütmeyen vakıf Fondazione Cini'nin bir parçası olan Istituto Italiano Antonio Vivaldi'nin yıllık dergisi Studi Vivaldiani, 2022 yılında yayımlanan 22. sayısında Dr. Gullo'nun çalışmasına yer vermiştir. 33
Dr. Gullo, Vivaldi'nin belirtilerinin şiddetinin ve ortaya çıkma zamanlarının belirli fiziksel aktivitelerle tetiklendiğini ve özellikle günün belirli saatlerinde ortaya çıktığını belirtiyor. Vivaldi, "Neredeyse her zaman evde yaşıyorum," diyor, "ya da dışarı çıkarsam, sadece bir gondol veya arabayla çıkıyorum çünkü yürüyemiyorum. Genellikle öğle yemeğinden hemen sonra dışarı çıkabiliyorum, ama asla yürüyerek değil. Ancak Evde ve ofisimde yapabileceğim her şeyi yapıyorum." 40
Bu az sayıdaki ipucu, Gullo'ya göre, bir teşhis koymak için yeterli. Gullo, Vivaldi'nin bebekliğinde akciğer fonksiyonlarının gelişimsel yetersizliğinden kaynaklanan yenidoğan solunum sıkıntısı sendromu (IRDS) yaşadığını ve bunun kalıcı bir ductus arteriosus ile karmaşık hale geldiğini öne sürüyor. Bu damar, fetüste kanın akciğerleri dolaşmasını sağlar ve doğumdan sonra kapanması gerekir. Ancak ductus arteriosus kalıcı olduğunda, oksijenli kanın bir kısmı akciğerlere geri döner ve akciğerlerin damarları aşırı yüklenir, bu da pulmoner hipertansiyona ve Eisenmenger sendromuna yol açar. 40
Eisenmenger sendromu bir kez oluştuğunda geri döndürülemez bir durumdur. Günümüzde erken cerrahi müdahale, küçük Antonio'nun iyileşmesini ve normal bir yaşam sürmesini sağlayabilirdi, ancak Vivaldi'nin zamanında bu mümkün değildi. 40
Siyanoz (ciltte morarma) ve hipoksi (oksijen eksikliği) gibi komplikasyonlar, Vivaldi'nin sağlığının zamanla nasıl bozulduğunu açıklamaktadır. Doğumdan bir ay sonra vaftiz edilmesinin nedeni de muhtemelen bu erken sağlık sorunlarıydı. 40
Yaklaşık yirmi sekiz yaşına kadar belirgin belirtiler görülmeden geçen ilk aşamadan sonra, Vivaldi'nin durumu kötüleşmeye başladı. 40 Genellikle yirmi ila otuz yaşları arasında, dolaşım şantının sol sağdan sağa doğru değişmesiyle Eisenmenger densromunun belirtiler ortaya çıkmaktadır. 33 18. yüzyılın başında Venedik'in soğuk kışlarında, akciğerlerindeki kan damarlarının soğuk nedeniyle büzülmesi, nefes darlığını artırdı. Bu durum, ayinlerin fiziksel zorluklarını onun için çekilmez hale getirdi. 40
Dr. Gullo için, bu olağanüstü sanatçının insani yönünü yeniden keşfetmek çok önemlidir. Vivaldi, 20-30 yaşları arasında hayatını neredeyse tamamen yeniden kurmak zorunda kalmış ve her an isimsiz bir hastalıkla ("göğüs darlığı" olarak bilinen) mücadele etmiştir. Bu hastalığın tedavisi ve prognozu bilinmiyordu ve her gün onun için son gün olabilirdi. Ayrıca, Vivaldi'nin durumu zamanın doktorları tarafından anlaşılamamış ve bu "garip" durum önemli ekonomik sonuçlara yol açmıştır. Örneğin Rahip olarak görevlerini yerine getiremediği için, ayinlerden elde ettiği gelirden mahrum kalmış ve günlük aktivitelerinde sürekli yardıma ihtiyaç duymuştur. 33
Bazı insanlar Vivaldi'yi, sürekli hasta olduğunu iddia eden biri olarak yani hipokondriyak; hastalık hastası olarak görmüş, hatta bazıları onu kötü niyetli biri olarak bile düşünmüştür. Bu yanlış anlamalar ve önyargılar, ünlü bestecinin hayatını daha da güçleştirmiştir.. 33
Nadir hastalıkları olan bizler genellikle şöyle deriz: "Bizi en iyi yine biz anlarız." Çünkü bazı deneyimler yaşanmadan tam olarak anlaşılamaz. Görünmez engellilik bunun en somut örneğidir.
Bu hastalar için bazen 100 metre yürümek bir maraton koşmak kadar yorucu olabilir. Kimi zaman üç basamak merdiven çıkmak bile nefes almayı zorlaştırır. 2024 yılında bile, çoğumuz yakınlarımıza bile ne kadar ciddi bir hastalıkla mücadele ettiğimizi anlatmakta zorlanıyoruz. Çünkü sorunumuz bedenimizin içinde gizli; akciğer ve kalpte.
Dışarıdan bakıldığında gözle görülür bir kusur yok. Ancak engelin görünmez olması, onun var olmadığı anlamına gelmiyor. Bu durum, günümüzde bile anlaşılması zor bir konuyken, Vivaldi'nin yaşadığı dönemde çok daha zordu.
Vivaldi'ye baktığınızda herhangi bir kusur görmüyorsunuz. Ama sorunu akciğerinde ve kalbinde. Ve tabii ki bunları açıp size gösterme şansı yok. İnsan, karşısındakinin fiziksel bütünlüğünde bir kusur göremediğinde, onun şikayetlerini anlamakta zorlanıyor.
Günümüzde bile, çoğu zaman klinik şikayetler görmezden gelinerek, fizyolojik değil psikolojik nedenlere bağlanabiliyor. Bu durum, görünmez engellilikle yaşayan insanların karşılaştığı en büyük zorluklardan biri.
Vivaldi'nin döneminde bu durumu açıklamak ve anlaşılmak çok daha zordu.
10- Şubat Ayı Eisenmenger Sendromu Farkındalık Ayı
Eisenmenger'in ocak ayının son günlerinde vefat ettiği için mi bilinmez, ancak 7-14 Şubat Dünya Doğumsal Kalp Hastalıkları Farkındalık Haftası'ndan 43 belki yola çıkılarak Eisenmenger Sendromu için Şubat ayı farkındalık ayı ilan edilmiştir. 42 Nadir görülen ancak ciddi bir kalp hastalığı olan Eisenmenger sendromu için bu ay, toplumda bu durumun farkındalığını artırmak, belirtilerini, şikayetlerini ve risk faktörlerini geniş kitlelere anlatmak, erken tanı ve uygun tedavi yöntemlerinin hayati önemini vurgulamak amacıyla özel olarak düzenlenmektedir. Türkiye'de şu anda kalp-akciğer nakli yapılamadığı için yetkililerin önlem alması ve toplumun organ bağışına daha duyarlı olması gerektiği vurgulanırken ayrıca farkındalık çalışmaları kapsamında Victor Eisenmenger'de anılır. 2022 yılında ortaya atılan bir iddiaya göre, Antonio Vivaldi'nin de Eisenmenger sendromu ile mücadele etmiş olabileceği belirtiliyor. Vivaldi'nin de anma kapsamına alınması şaşırtıcı olmaz.
Teşekkürler
Not: Her hastalık insan hayatında önemlidir, ancak nadir bir hastalığa sahip olmak, çok daha zorlu bir süreci beraberinde getirir. Tıp alanında öncü olan hekimler, özellikle nadir hastalıkların gizemini çözerek bilimin mevcut sınırlarını zorlayarak önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir. Bu cesur araştırmacılar, bilinmeyenin karanlık dehlizlerine ışık tutarak, daha önce tanımlanmamış hastalıkların tanı ve tedavisini mümkün kıldıkları için o nadir hastalıklarla mücadele eden birey ve ailelerince büyük bir minnetle anılırlar.
Bilinmeyen bir gerçeği ifade etmek genellikle genel kabul görmüş düşüncelerin dışına çıkmayı, bir meydan okumayı gerektirir ve bazen toplumsal eleştirilere maruz kalmayı da beraberinde getirebilir. Zaman gelir, bir Galileo gibi, Engizisyon Mahkemesi'nde yöneltilen bütün suçlamalara rağmen "Dünya, ne olursa olsun güneşin etrafında dönmeye devam edecek!" diyebilecek cesareti gösterebilmek gerekir. Bunun bedeli, bazen Michael Servetus'in pulmoner dolaşımı keşfettiği için Engizisyon Mahkemesi tarafından sapkınlıkla veya kafirlikle suçlanıp diri diri yakılması gibi ağır olsa bile...
Zamanın ötesindeki cesur bireyler, ilerleyen zamanlarda toplumun bu anlayışa yaklaşmaya başlamasıyla anlaşılacak, takdir edilecek ve emekleri tıbbi bilginin derinliklerine yapılan cesur yolculuklar olarak tarihe geçecektir. Onların yenilikçi fikirleri ve meydan okuyucu duruşları, tıbbi bilimlerde derin izler bırakacak ve toplumun ilerlemesine katkıda bulunacaktır. Tarih boyunca, büyük değişimler ve ilerlemeler genellikle bu tür öncülerin adımlarıyla başlamıştır.
Dr. Victor Eisenmenger'de böyle öncü bir hekimdir. Titiz dikkati ve derin tıbbi bilgi birikimiyle, 1897'de keşfettiği ve zamanla adıyla anılmaya başlayan sendromun tanınmasında öncü olmuştur. Bugünkü tanılama ve tedavi sistemlerimiz, onun bu önemli katkılarına borçludur.
Nadir hastalıkların keşfi ve tedavisi konusunda emek veren tüm hekimlere minnettarız ve onların çalışmaları, gelecek nesillere ilham kaynağı olmaya devam edecektir.
Yazan: Kamil Hamidullah / KASIM 2019
Önceki güncelleme: Kamil Hamidullah / NİSAN 2024
Son güncelleme: Kamil Hamidullah / TEMMUZ 2024